Uzak…: Tarihsel Tanıklıklardan Örülen bir “Otoportre” / Loin…: An auto-portrait Woven with Testimonies
Rachid Ouramdane, Noémie Solomon ile söyleşti
N.S: Bu koreografik proje Vietnam ve Kamboçya’ya yaptığınız yolculuklarla şekillendi ve dramaturjisi Cezayir, Fransa ve Viyetnam gibi ülkelere yayılıyor. Bu eseri Avrupa’nın sınırlarında yer alan İstanbul’da sahnelemenin anlamı nedir sizin için? Bu yapıt, üzerine kurulduğu kültürler ve bölgeleri nasıl yansıtıyor?
R.O: Son dönemlerde “bir ‘yabancı’ olarak kendimizi nasıl inşa ediyoruz” sorusuyla ilgilenmeye başladım. Kendi seçimlerinden dolayı, ya da mecbur kaldıkları için, ya da ailelerinden devraldıkları için sürgünde yaşayan insanlara odaklandım. Kimliklerini kültürel bir karışım üzerinden inşa eden insanlarla mülakatlar gerçekleştirerek dünya üzerinde sınırlar çizen politikaları sorgulamak istedim.
Sürgün sorunsalıyla uğraşmak birtakım bölgesel coğrafyaları düşünmeyi de beraberinde getiriyor ama benim için önemli olan, tanıştığım insanların iç dünyasını oluşturan, belli bir ülkenin sınırlarına bağlı kalmayan “duygulanımsal coğrafya” oldu. Sahnede kullanmak üzere gerçekleştirdiğim mülakatlar insanları bulundukları yere bağlayan duygulanımsal bağı ve duygusal boyutu ortaya koyuyor ve sorguluyor. Sonuç olarak, bu coğrafya mekândan çok zamanla ilgili.
Surface de Réparation’da genç göçmen sporcularla yapmaya çalıştığım da buydu. Zorlu siyasal geçmişi olan ülkelerden gelen Lyon Operası dansçılarıyla yaptığım Superstars’da da, Viyetnam savaşı gemi çocuklarıyla da yaptığım projede de, Uzak’ta Fransız sömürgelerinde yaşamış olanlarla da ve son olarak da Ordinary Witnesses’da işkence ve soykırımı yaşamış insanlarla da bunu yakalamaya çalıştım. Her seferinde bu insanlarla Tarih hakkında konuşuyorum fakat hiçbir zaman gerçekte ne olup bittiğiyle ilgili değil soruşturmam. Onların duyarlıklarından çıkanı yakalamaya odaklanıyorum. Bu beni daha çok ilgilendiriyor. Tarih’i biliyoruz, bunun resmi versiyonları var. Ama bence bu Tarih’in yarattığı insanlara dair daha az şey biliyoruz.
Bu insanların ülkelerinin Tarihine ve bireysel tarihlerine farklı bakışları var. Bu iki tarih arasındaki farktan bahsetmiyorum; insanların bunu nasıl yaşadığından bahsediyorum. Her mülakatta fark ettim ki her bireyin geçmişiyle ilişkisi birtakım gerçekler toplamından daha farklı bir şeydi. Sürgünde yaşayanlar için geçmişle ilişkileri iki zıt şekilde olabiliyor. Bazıları sürgün yolunda kaybettikleri her izi yakalamaya, hatırlamaya ve korumaya çalışıyor bazıları da bunun tersi olarak tarihin kendilerini oluşturma yolunda engel olan ağırlığından tamamen kurtulmak, tamamen unutmak istiyor. Duyarlıklarımız bu yeniden tasarlanan tarihlerde ve duygulanımsal coğrafyalarda yaratılıyor; olup bitenlerin gerçekliği ile yaşanan gerçeklik arasındaki boşluktan doğuyor.
Hissediyorum ki sahne, bu tanıklıklar sayesinde Tarihi farklı bir şekilde dinleyebileceğimiz ve gerekli yeniden okumaları önerebileceğimiz bir yer; kendini oluşturan unsurlarla yüzleşmeyi reddeden bir toplumla mücadele etme alanı.
Tarihçiler veya gazetecilerden belgeler eşliğinde analizler dinlemeye alışmışsak da tarihsel gerçeklikler analitik olmayan bir şekilde de anlaşılabilir. Sanat buna özellikle de belgesel unsurlar içerdiğinde katkıda bulunabilir.
Uzak’ı İstanbul’da sahnelemenin özel bir tarafı var tabii çünkü bu projenin ortaya çıkardığı, Batılı ülkelerin Müslüman ülkelerden gelen insanlara tavrının nasıl olduğu. Bu konu Türkiye ile Avrupa arasındaki ilişkinin hassas noktalarından biri.
N.S: Babanızın Cezayirli bir göçmen olarak deneyimlerinden ve Viyetnam savaşında Fransız ordusunda görev alışından yola çıkan eseriniz yakın geçmişteki Fransız sömürgeciliği tarihi üzerine şiirsel ve eleştirel bir yorum olarak görülebilir. Bu konulara yaklaşımıza dair neler söyleyebilirsiniz? Kişisel ve politik olarak tehlikeye atılanlar neler oldu bu projede?
Eserlerimde otobiyografik unsurlar kullanmaktan uzunca bir süre kaçınmıştım. Sanırım bunların fazla kişisel kalıp seyirciye dokunamamasıyla ilgili kaygılarım vardı. Daha sonra bu unsurları yalnızca kendi mikro tarihime değinmek için değil benim hikâyemdeki bazı somut şeyleri başkalarının da paylaşabileceğini farkettiğimde kullanmaya başladım. Bu tür otobiyografik bir proje çerçevesinde hem kişisel-samimi hem de sosyal bir eylem olarak sanatsal proje yapmanın mümkün olduğu izlenimini edindim. Bir yandan tanıklıklara dayanan bileşik anlatılar bir yandan da iyileşmeyen yaraları gösteren otoriter politikalara net bir tavır alan, sosyal olarak göze alınanlar, vatandaşlık pratikleri…Son olarak da herhalde aile tarihimdeki sessizliklerden, tabulardan ve kara deliklerden ibaret bir dönemi ses, söz ve imgelere dökmek ihtiyacı…
N.S: Başka bir yerde silahlı eylemlerin şiddetinin bizi bir yabancı gibi hissettirdiğini söylemiştiniz. Hareket ve koreografiyi şiddet ve uzaklıkla nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
Danstan geldiğim için beden ve hareket üzerine düşünmeye önem veriyorum. Tarihsel tanıklıklara ve dansa, sese ve ışığa dair duyusal deneyler aracılığıyla yeni anlayışlar geliştirmeye çalışıyorum.
Tarihsel tanıklıkların kalbine inmektese bana öyle geliyor ki bunlardan uzaklaşmak, tanıklığın konusuyla direk alakalı olmayan materyaller toplamak, sapmalar önermek, yalnızca rasyonel düşünceye izin verdiğimiz konular hakkında tefekküre dalma ortamı yaratmak önemli.
Sahne için hazırlanan bu tür bir tasarımda seyricinin hayal gücü ve zihinsel espasına özellikle gereksinim duyulmakta. Kendi içinde bir kıpırtı duyabilmeli ki tanıklık onun için de anlamlı olsun. Tarihsel bir olayın farklı okunabileceği an tam da budur. Bu anda tarihsel belge seyircinin tarihine yabancı olmaktan çıkar. Ulaşmaya çalıştığım şiir budur. Bize önceden verili olarak yabancı gelen bir hakikatın bizim deneyimimizin de parçası olmasının yollarını araştırmak derdindeyim.
Son projem Ordinary Witnesses’daki tüm tanıklıklar, kelimelerin duyguları ifade etmede yetersiz kalışıyla ilgilidir. Burada bedenlerin koreografisi, sözlü tanıklıkla ifade edilemeyen birşeyler söyler. Burada konuşan artık belge değil, sessizlik ve hareketlerdir. Bazı tanıklıklarda konuşulamayan, ifade edilemeyen, sahneleme tercihleriyle ortaya çıkar.
Bence en önemlisi az çok bilinen tarihsel olayları tanıklıkların öznelliğinin süzgecinden geçirerek yeniden değerlendirmek, farklı bir şekilde dinlemek. Sanırım seyirciyi bildiği tarihi yeniden yazmaya davet ediyorum.
(Kısaltarak çeviren: Gurur Ertem)