Skip to content

Deneyimi Paylaşmak – Rudi Laermans’ın Anne Teresa De Keersmaeker ile Söyleşisi–

“Post-Fordist Zamanlarda Sanatçı Olmak” (Being an Artist in Post-Fordist Times) (Nai Publishers, Rotterdam, 2009. pg.  81-95)

çev. Eylül Fidan Akıncı

Kendinizi angaje olmuş bir sanatçı olarak değerlendirir misiniz?

“Angaje olmak”la ne kastediyorsunuz? Kelimeyi kullandığınıza göre bir fikriniz olmalı…

Belki de ekolojiye belirgin bağlılığınızdan başlamamız gerekiyor. Özellikle de son parçalarınızdan Keeping Still’de olduğu gibi eserlerinizde belirgin olan bir konu bu. Ayrıca toplumsal olarak da angaje olmuş bir sanatçısınız: düzenli olarak dilekçeler imzalıyor, zaman zaman siyasi gösterilere de katılıyorsunuz .

Şu an aslında bir insanın sahip olabileceği endişelere değiniyorsunuz, şefkat duygusuna; bu birinin yapıtlarında da ortaya çıkabilir, halka  gösterdiği karakterinde de.

Bu ikisi sizin için farklı şeyler mi, eserlerinizde angaje oluşunuz ve halk nezdinde angaje oluşunuz?

Performans sanatçısıysan seyirci fikri zaten aynı işi görüyor. Bu durumda sanatının bireyselliği ancak bir karşılaşmada, seyirciyle bir paylaşımda var olabilen bir artı değer kazanıyor. Belki bu bütün sanatlar için geçerli, ama canlı performansta bu konu daha doğrudan. Fiziksel olarak sahnedesin ve bakılıyorsun. Ve bu durumda ne hissettiğini ya da düşündüğünü, ne için endişelendiğini diğerlerine iletmen gerekiyor. Sence angaje olmakla toplumsal meseleler illa ki bağlantılı mı?

Kabul edilen şey bu, gerçi elbette buna karşı çıkabilirsiniz.

Eğer “angaje olmak” varlığımız üzerine, hayatımızı düzenleyen yapılar üzerine bir düşünce yaratabildiğimiz belirli bir mekan ve zamana işaret ediyorsa, Fase, son derece soyut haliyle, angaje olmuş bir iş örneği değil. Fakat Once bu açıdan açıkça angaje bir performans olurdu. Yalnız performansın dolaysızlığının da işin içinde olup olmadığını merak ediyorum, fiziksel ve zihinsel katılımın ölçüsünü. “Angajman”/sorumluluk kelimesinin belirttiği şey bu, değil mi? Sanat yarattığında, diğer insanlara karşı bir sorumluluk üstleniyorsun. Çok güçlü gelebilir kulağa, ama bir söz veriyorsun, bir şeye bağlanıyorsun… “Angaje olmak” gibi bir ifadeye bu anlamlar da dahil, değil mi? Angaje olmuş bir insan bir şeye dair duruşu olan, bir şeyleri ifade eden, bir şey tarafından hareketleri ya da seçimleri yönetilen insandır. Belki de yanılıyorum, ama angajman çoğu zaman bir birey olarak daha büyük bir toplulukla olan ilişkinle ilgili.

Öyleyse küçük bir gruptan, sizin topluluğunuzdan başlayalım…

Bence daha da basit bir seviyeden, dans etme eyleminden, zaman ve mekanda hareketler yapmak ve bunu diğerlerine göstermek, onları bakmaya davet etmekten başlayalım. İlgilendiğim şey bu, özellikle de kişinin bedeni içerisinde dünyayı nasıl taşıdığını düşündüğüm zamanlarda. Dans ettiğinizde bir enerji alanı içerisinde zamansal ve mekansal kararlar verirsiniz. Algıladığınız şeysinizdir:  dans ettiğinizde sadece içinde bulunduğunuz mekanla ilişkili olarak hareket edebilirsiniz, o mekanla ilgili bilgiyi özümseyerek. Bu çok ufak ve somut bir mesele, fakat zihnimde sürekli şimdi ve buradanın doğrudanlığıyla bağlanma niyetini taşıyorum. Geçenlerde Once’ı yarı karanlıkta, anca tökezlemeyeceğim kadar ışıkla prova ediyordum. Stüdyonun bilgisi olmadan yapılan eylemle mekanın bilgisine sahip olarak yapılan eylem tamamen farklı. Şeyler kendilerini daha farklı şekillerde düzenliyorlar, hareketlerim değişiyor çünkü kendi hareketime dair kendi algım değişiyor. Bir dansçı en basit deyimle bir başka enerji alanı içindeki organize bir enerji alanıdır. Ve angajmanla kastettiğiniz bu ise, tüm aleniliğiyle Once’ta dans etmek ile Fase’da dans etmek arasında pek o kadar fark yok.

Şu an performansın mekanla diyaloğunun angajmanından bahsediyorsunuz…

Biri orada beni izlemek için bulunmadığısürece bunu yapmam!  Öteki ile ilişki çok temel…

Bir başka enerji alanı?

Evet, elbette… Bu iletişimle, o anda kararlar vermekle, o anda aldığın karşılıkla ilgili ve bütün bunlar çok somut toplumsal bir ortamda oluyor. Seyircilerin arasındaki insanlar ve yanlarında getirdikleri şeyler, hepsi devasa. İşte bu performansçının direkt, fiziksel gerçekliğidir…

…bu gerçeklikle diyalog kurmaya adanmış, en azından bunu deneyen performansçının?

Yapabileceğin tek şey deneyip imgelere ve düşüncelere şekil vermek, senin için önemli olan ve aynı zamanda paylaşılan bir deneyim yaratan fikirleri biçimlendirmek, çünkü seyirci bununla özdeşleşebilir. Belki her zaman tanımlanabilir bir şeye isim koyamayabilirsin, fakat tam da bu yüzden paylaşılan bir deneyimdir o.

Bizzat sahnedeyken seyirciyle kurduğunuz ilişkiyle yalnızca koreograf olarak kurduğunuz ilişki de farklı olmalı?

Evet, tamamıyla farklı. İçeriden  dışarıdan algıdan kesinlikle farklı oluyor. Rosas danst Rosas’ı alalım örneğin. Dört dansçının birliği kısmen ortak zamanlamayla ilgili, örneğin tam olarak aynı anda yere düşüyorlar. Ama tüm çizgiler harika bir şekilde denk gelse bile başka bir şey ifade eden bir alan hala var, kafalarının içinde olan ve insanların görmesini istedikleri bir şey. Ve bunlar gerçekten de sahnede olma anında verilen kararlar, performansçının angajmanı tam olarak budur… Performansçının bu anlamda egosunu, seyirci olma önündeki ihtiyacını azımsamayın. Bazen bu sadece gösterişle ilgili… Tabii aynı zamanda performans sanatlarının en sosyal sanat olduğunu da söyleyebilirsiniz, özellikle de görsel sanatlara veya edebiyata kıyasla. Yine de büyük seyirci kitleleri için yazmak isteyen çok az koreograf vardır. Önemli işlerin çoğu genelde küçük ölçeklidir. Öte yandan önemli bir soru var: Geniş bir grup insanla iletişim kurarken yakınlık ya da bireysellikle nasıl başa çıkarsın?

Çağdaş dans seyirciden çok iey istiyor: insanlar fiziksel olarak dikkat kesilmeli, zihinsel olarak açık olmalı ve dahası bazen performans süresince uzun gerilim seviyeleriyle başa çıkabilmeliler. Öyleyse çağdaş dans seyirciyi güçlü bir şekilde angaje eden bir sanat formu.

Görsel sanatçıysan bir nesne yaratırsın, yani fiziksel olarak senin dışında bir şey üzerine çalışırsın. Ardından diğer insanlardan ona bakmalarını istersin. Kitap yazdığında da benzer bir şey olur. Danstaysa, sadece koreograf rolümle konuşuyorum şu an, izliyor olmak aslında çok tuhaf. İnsanlar dansları yoluyla bir şey paylaşmak istediklerinde, taraflardan birinin bir sandalyeye oturup izlemesi normal değil aslında. Çünkü her iki taraf da aynı enstrumanı paylaşıyor, senin de bedenin var, benim de. Bu yüzden geleneksel kültürlerde dans genellikle paylaşılan bir deneyimdir, birlikte yaptığın bir şeydir. Ya dans figürlerini paylaşırsın ya da dans partnerin olur. Kural olarak çoğunlukla kadınlar ve erkekler arasında anlaşılmış bir ayrım yapılan bir grup etkinliğidir dans. Öte yandan izleyiciye önü dönük bir şekilde dans etmek, hareketlilik ve hareketsizlik karşıtlığıyla beraber, oldukça yeni bir şey aslında. Toplumsal alanda, buluşmalar veya partilerde yanyana fakat belirli bir mesafeden, dokunmadan dans etmenin tarihi kırk yıldan öteye gitmiyor. İnsanlar bir grup içinde, ama aynı zamanda kendi başlarına. Bu 1960’lara ait bir şey, çünkü daha öncesinde –boogie-woogie veya rock ‘n’ roll’da- insanlar hala çiftler halinde dans ediyorlardı.

Fakat o sırada insanlar bunu toplumun baskısından kurtulan bir bireysellik olarak deneyimliyordu…

..ya da paylaşılan figürlerden… fakat paylaşmaya devam ettiğin şey zaman, örneğin bir evde daha yüksek, çift taraflı ve doğrusal şekilde yankılanan zaman ve onun dilimlendirilmesi, ölçüsü.

Bu sizin için bir sorun mu?

Hayır, fakat sosyal dansın tüm evrimi insanı düşündürüyor, çünkü bir anlamda bu yaşadığımız topluma dair bir tefekkür. Ve kısmen bu evrim olduğu için de, koreografi kompozisyona dair bir seçim ve öncelikler meselesi oldu. Okunaklılık benim için önemlidir, zamanı ve mekanı bedenler ve onların hareketleri ile yapılandırmak.  Seyirci karşısında bir şey yaptığında performansçılarla izleyenlerin zihninde paylaşmalarını istediğin şeyler için bir stratejin olması gerekir. Bir performans, onu izlemeye değer kılacak bir düşünce çizgisi sunmalıdır. 1960’ların kendini hala duyumsatan felsefesi bunu inkar eder ve olasılıklar ve seçimler açısından maksimum açıklık ister. Deborah Hay gibi biri (1960’ların yenilenen dansının ikonlarından biri-RL) sürekli “Ya şöyleyse…” diye sorarken, Alain Franco (De Keersmaeker’in düzenli olarak çalıştığı piyanist ve müzikolog-RL) “Ya değilse?” diye sorar, bu da bana yakın geliyor. Gerçi sınırların gücünün önemli olduğunu düşünüyorum: sınırlarla ve onların gücüyle oynamak, onlara sürtünmek, onları zorlamak, aşmak…

Hay gibi birinin tavrını, kişinin kendini kurallardan kurtarması ya da özgürleşmesi olarak daha belirgin bir angajman fikriyle bağlayabiliyorsunuz. Bu arada biz önemli olanın sınırların devamlı aşılması olmadığını, daha ziyade kültürel yahut doğal sınırları idare etme becerisi olduğunu biliyoruz.

Sınırların varlığını hep biraz daha farklı deneyimledim. Geleneklerle ya da sınırlarla hiç sorunum olmadı, hatta sınırlar beni hep cezbetmiştir… Özgürlüğün içinde özgürlük yok, ancak yapının içinde özgürlük var. Kendi başına özgürlük mevcut değil, her zaman orantısal ve kendini başka bir şeyle ilişkili olarak tanımlayan bir şey o. Doğaçlamanın en temel kurallarından biridir bu da. Kuralsız, başka bir şeyle ilişkisiz özgürlük olmaz.

P.A.R.T.S.’daki genç insanlara da öğretmeye çalıştığınız, dansta zanaatkarlığın veya meslek erbaplığının önemine olan inancınızı da açıklar mı bu?

Evet, fakat beni yanlış anlamayın, her şeyin bir yapı ve kompozisyon meselesi olduğuna inanan bir fanatik değilim. Kısmen katılıyorum, fakat bu mesafelilik varlığımızı kontrol eden daha genel kanunlarla alakalı daha derine işlemiş fikirlerle destekleniyor. Bu bağlamda zanaatkarlığı, belli bir yetkinliği, zamanı ve mekanı –örneğin- sese dair bir biçimde bedenlerle organize etme becerisini gerçekten takdir ediyorum, stratejik olsun olmasın. Kompozisyonu bir düşünce dizisi olarak ele almam da bundan. Bu açıdan bayağı Marksistim aslında: teori olmadan pratik yoktur, pratik olmadan da teori olmaz. Çoğu zaman pratik üzerine teorik düşüncenin de, teoriye dayalı pratiğin de oldukça zayıf olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden zanaatkarlık tek başına yetmiyor, onunla ilgili bir düşünceye dayanması gerekiyor.

Bana kalırsa zorluk artık zanaatkarlıkla ilgili belirlenmiş kuralların olmayışı. Artık formüller yok, bu da belirli bir yetkinlik uygulasanız bile, uygun boyutlar ve perspektiflerle ilgili fikirlere sadık kalırken bir yandan sürekli kuralları yeniden icat etmeniz gerektiği anlamına geliyor…

Evet… evet, bu gerçekten zihnimi kurcalıyor. Daha çok ilgilendikçe, daha azı kalıyor elinde… Bazen biraz korkuyorum çünkü her şey sadece kafanın içinde oluyor –oysa ben stüdyoda insanlarla çalışmayı tercih ediyorum. Şu an çalıştığım grup çok güzel insanlardan oluşuyor…

Bu da beni kendi topluluğu olan bir koreograf olarak angajmanınızın başka bir boyutuna götürüyor. Bir sanatçı olarak siz dansçılarınızla, onlar da sizinle, angaje oluyorsunuz. Aralarından bazıları, Fumiyo Ikeda ya da Cynthia Loemij gibi, sizinle uzun süredir birlikteyken, diğerleri topluluğa daha kısa süreler için dahil oluyor. Dansçılarınızla olan ilişkiniz sosyal ve sanatsal angajmanın bir bileşimi gibi gibi görünüyor…

…ve bu sosyal angajman ayrıca topluluğa, örneğin okula yönelik bir angajman…

…ve somut profesyonel ilişkiler dahilinde dansçıları tüketilecek bir mülk olarak görmüyor, onlara kendi potansiyellerini geliştirecekleri zamanı veriyorsunuz.

Stüdyoda çalıştığınız dansçı kil gibidir, onlarla kelimenin tam manasıyla çalışırsınız. Ya da hayır, kil değil, bu yanlış bir imaj çünkü keyfi bir şekilde onları şekillendirebileceğinizi ima ediyor. Oysa pek çok şeyi birlikte yapıyorsunuz ve beraber çok fazla vakit geçiriyorsunuz… Fakat öğrendim ki, her ne kadar birbirimizle angaje olsak da, onlara fazla bağlanmamalıyım. Çalışma esnasında derinden adanmalısınız. Ama yıllar içinde bir değişim farkındalığına da eriyorsunuz: şimdi bir ortak çalışma anıdır, kısa veya uzun bir süre için. Taoizmin bize öğrettiği gibi, hayat değişimdir, her şey akış içerisindedir… Artık bir iş ilişkisinin başındayken onun da bir gün bitebileceğinin farkındayım. Eskisinden daha da fazla olarak artık kendimi yaratıcı bir sürece bedenen ve ruhen adayabiliyor, ardından en yüksek anda “bırak gitsin” diyebiliyorum. Bu sadece bir safha, bir an… Ama o ana kendimi adayacağım. Bazen sınırlı olduklarını bildiren bir farkındalıkla yüzleştiğin şiddet ve yoğunluk anları oluyor: bu kaybolacak, kaybolacaklar. Elbette profesyonel bir ilişkinin yoğunluğu ilişkinin kalitesiyle, deneyimlerini paylaştığın yoğunlukla da ilgili… Bu her zaman kolay değil. Genç dansçılar ya da P.A.R.T.S. öğrencileri hayatın farklı bir aşamasında ve başka şeyleri umursuyorlar. Vücutlarından da söyleyebiliyorum bunu… Soru neydi?

Sadece üretim ilişkisinden daha fazlası olan profesyonel ilişkilere daha mı fazla adanıyorsunuz?

Durum her zaman bu değil midir zaten? Tek koreografın bir grup dansçıyla çalıştığı tüm dans topluluklarında aile gibi bir şey oluşur, çünkü yaratım süreçleri çok yoğundur ve insanlar kendilerini tamamen teslim ederler. Ayrıca dansçılar için varolursun, hatta onlar vasıtasıyla, her zaman sınırlarla, onlarla arandaki mesafeyle yüzleşirsin. Bu bir diğeriyle iletişim kurmanın çok özel olduğu kadar yoğun yollarını içerir…

Farklı bir soru: sanat toplumu etkiler mi?

Bazen, örneğin Once’ta, bu düşünceleri izleyiciye sunmazsam varolup olmayacaklarını düşünürüm. Sunduğumda gerçek anlamda ne değişir? Koca kozmik akış öyle devasa ki… Büyük resme baktığında yaptığın sadece ufak bir detaydan ibaret…

Ama belki de önemli bir detay?

Evet, çünkü dünyada geçirdiğimiz zamanla yaptığımız şey bu. Bu zaman aralığında sadece diyebilirim ki: en yüksek yoğunluğa erişelim. Ama daha geniş perspektifte pek bir şeye karşılık gelmiyor bu… Devamlı akış içerisindeki sonsuz enerjinin sürüyle göstergesinden sadece biriyiz.

Bir sanatçı olarak çalışmalarınızın toplumsal öneminden şüphe ettiğiniz oluyor mu?

Dediğim gibi: dans ederken ya da bir iş çıkarırken, üzerine titrediğim, önemsediğim şeyleri izleyiciyle paylaşmaya çalışırım. Kim olduğumuzla, nasıl olduğumuzla ilgili, nasıl bir arada olduğumuzla ilgili düşüncelerle alakalı bu. Toplumsal alaka paylaşma ve tanımayla ilgilidir. Bedenimde veya hareketlerimde aynılıkla farklılığın bir tür karışımını ayırt edersiniz. Performans zaten daha da yakından bakmaya, olanlarla ilgili algınızı değiştirmeye davet eder sizi. Ama temel şey deneyimi paylaşmaktır… önden görünüş meselesine ve ayrıma rağmen, seyircilerden birinin gerçekten dans ediyormuş gibi ve dansçı ona bakıyormuş gibi hissetmesidir. Biri bana bakarken ben de ona bakıyorum, bana baktığını biliyorum. Bu anlamda geniş bir grup hala bir şekilde eşleşir. Once gibi solo bir performansta bu paylaşılan deneyim son derece somut hale gelebiliyor. Yaklaşık 700 kişinin karşısında koca bir salonda performans yapıyorsan bu açık açık “Buna bakmanı istiyorum” egzersizidir. İnsanların belli bir şeye bakmasını istiyorsun, sadece görsel boyutundan dolayı değil, zihinsel boyutundandan da. “Şunun şunun bana ifade ettiği şey bu ve ben bunu kendi geçmişimden aldığım  deneyimler yoluyla şu şu imajlarla bağdaştırıyorum – peki ya bu sana ne yapıyor?” gibi bir durum var ortada. Sanatçı olarak çok ilgilendiğim bir soru bu, “benim için böyle – ya senin için?” Yine de, bütün bunları yapmak neden gerekli? Günün sonunda, dans bütün sanatsal disiplinlerden daha fazla uğraşıyor fiziksel olanla. Hepimiz bir bedene sahibiz ve bir gün bunu yitireceğiz. Dansı insani ve toplumsal yapan şey bu: bir diğerinde en iyi anlayabildiğimiz, ayırt edebildiğimiz malzemeyle çalışıyoruz. Ve sadece uzamda var olan, zamanın izlerini taşıyan, bir anlamda hep görünür olan bir şey bu.

Yani denebilir ki, yaptığınız iş kamusal olarak toplumun uca ittiği fiziksellik biçimlerini kapsıyor. Gösterdiğiniz bedensellik her zaman göz kamaştırıcı bir vücut peşinde değil, örneğin.

Sahneye koyduğunuz bedenselik, en geniş anlamıyla ifade edersek, her zaman bir parça o işi yapanın, dansçılarınkiyle de birleşen bedenselliğidir. Örneğin Fumiyo, Rosas danst Rosas gibi bir repertuar parçasını yeni bir ekibe öğretmeye başladığında hemen anlıyorum. Ve dansa ben de katıldığımda, adeta Fumiyo’nun vücuduna girmiş gibi, evimde hissediyorum. Bu çok tuhaf olduğu kadar çok da güzel. Yeni oyunda neredeyse sadece erkek dansçılarla çalışıyorum ve… yani erkek vücudu bunlar. Birbirimizi vücutlarımızdan tanıyoruz, ama buna giren ilk fark elbette kadınla erkek arasındaki fark oluyor. Bu yüzden şimdi yazarken ve paylaşırken kendi vücudumu erkek vücuduna nasıl tercüme edeceğim sorusuyla yüzleşiyorum.

Şu ana ve belirli bir noktaya değin Rosas’ın işleri belirgin bir kadınlık mührü taşıyordu. Bir yandan sık sık teatrallik ve temsil düzeyinde kadınlık meselesiyle oynadınız, öte yandan kültürümüz bağlamında bize kadınsı gelen hafif bir üslup var.

Eh, bir kadın olduğuma göre…

P.A.R.T.S.’ın temel değerleri nelerdir sizce?

Orayı insanların hepimizi ilgilendiren konuları, bedenlerini en bireysel şekilde kullanarak şekillendirebilecekleri bir yer olarak görüyorum. Araçların en insani olanı, beden, bunu yapmak için en uygun yol. Varoluşsal tecrübemiz ve dünya algımız bedenlerimizle bağdaşık bir şekilde işliyor. Her gün bu küçücük alanda yatıp kalkıyorsun.

Bu esnada bedenlerimiz pek çok yönden türlü türlü makinaya bağlı. Teknik ortamın araçları haline geldiler…

Evet, ama hala bedenin çöküşü, o teknik ortamlardan birinin çöküşünden daha başka bir mesele. Sonun kendisi o.

Ekolojik tutumunuzu  P.A.R.T.S. öğrencilerine de aktarıyor musunuz?

Belki ufak tefek şekillerde: Shiatsu dersleri sağlıyoruz, bir de makrobiyotik mutfak var… Bu düşünce çizgisi müfredata ufak ufak yansıyor.

Daha çok dansa dair belli bir bakış açısının baskın olduğu…

Evet, ama dansın ne olduğu sorusu hala bir mesele. Beden nedir, dans eden beden nedir? Dikeyliğin insanoğlunun tarihi olduğunu düşünüyorum. Uzanıyorum, oturuyorum, ayakta duruyorum ve sonra uzama giriyorum, dünyaya – Rosas danst Rosas’taki akış da bu. Yürümek dikeyliktir ve bunu dansa çevirmek için yalnızca tek bir zaman parametresini değiştirmen yeter. Yürürken zamanı farklı bir şekilde düzenle ve dans olsun.

P.A.R.T.S. öğrencileri temel teknikleri öğrenmek zorunda, ama aynı zamanda teori ve tefekkür için de epey alan var. Bu şekilde müfredatta gerilim sağlayabiliyorsunuz…

Zihinle beden arasında, evet. Ama dediğim gibi, teori olmadan pratik, pratik olmadan teori olmaz.

Bilginin sanatsal pratiğinize nasıl katkıda bulunduğuyla ilgili düşünceleriniz neler?

Bilgi zamanla geliyor. İlk işlerimin bu bilgi olmaksızın yapıldığını ancak şimdi görebiliyorum. Hepsi birkaç basit temel prensibin genişletilerek kullanılmasına dayanıyordu ve arsız, sınırsız bir arzuyla yapıldı. Böyle çalışmak için gereken bakirliği yitirdim. Çok fazla biliyorum, bilmeme özgürlüğünü yitirdim. Bunu bazen başa çıkması zor buluyorum. Yaşla ve deneyimle artık sezgisel olarak taşıyamayacağım kadar çok bilgi geliyor. P.A.R.T.S. ile ilişkim bilgiye maruz kalma noktasında çok önemlidir. İçimde bir çeşit tetiklilik hali yarattı, çünkü sürekli hem genç insanlarla, hem de işleri inanılmaz hocalar tarafından öğretilen diğer koreografların sağladığı bilgiyle çalışıyorsunuz. Pratikte ve bu pratiğe dönük düşüncede, bütün bunlar işlerimi etkileyen koca bir bilgi yığınına eklenen şeyler haline geliyor. Bu tetikte olma hali iyi, sınırlarını açık tutuyor. Ama bilgiyi kolayca sindirdiğinde ve esnek olduğunda, benim gibi, bütün bunlar kendi özgürlüğünü sınırlamaya başlıyor. Bilmeme özgürlüğünü…

Halka mal olmuş bir sanatçıya yönelik beklentilerin baskısı ne derece önemli?

Tanınma ve başarı sanatsal kimliğinizi onaylıyor, fakat elbette hayatınızın başka yönleri de var. Ben bir insanım, kadınım, anneyim… İşim bana “işte bu benim” hissi veriyor fakat bu kendi dansımı da, toplulukla işimi de, yazdığım parçaları da kapsıyor. Okul ise bir başka tarafı. Bütün bunları düzenlemek devamlı bir denge egzersizi. Bu yüzden evet, bir toplumsal baskı var, ama bunsuz ortada ne bir topluluk olurdu ne de iş. Ve işim dış dünyayla ilişkimin çok önemli bir parçası, fakat şekillendirdiğim şey, beni de şekillendiriyor.

No comments yet

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: