Skip to content

Bağlam: Minare, Radyo, Hoparlör, Sahne

Damla Ekin Tokel

Sahnenin seyircilere sunduğu öğelerden biri, hatta -şanslıysak- bazen içeriğin de önüne geçerek, bağlam. iDANS 6 da İstanbullulara, Radyo Müezzin adlı belgesel tiyatro oyunu aracılığıyla 4-5 Ekim tarihlerinde günde beş vakit hoparlör nimetiyle hayatlarına giren ezan sesini Haliç Kongre Merkezi’nin duvarları arasında canlı olarak deneyimleme şansı sundu.

Canlı Gerçek: Deneyim

Alman yönetmen Stefan Kaegi’nin tasarımı, 2009 yapımı Radyo Müezzin, Kahire’de binlerce camiden, binlerce farklı müezzince okunagelmekte olan ezanın “seçilmiş” otuz müezzinin sesinden radyo vasıtasıyla yayınlanarak merkezileştirilmesi meselesi üzerine gelişiyor. Gazetecilik geçmişini bir kenara bırakıp, “şimdiki zamanın tarihi” ya da “gündelik hayatın sosyolojisi” niteliğinde projeleriyle tanınan Rimini Protokoll dahilinde üretmeye koyulan Kaegi, konuyu kişisel hayatlarından, yaptıkları işlerden ve toplumsal durumdan kesitler sunan dört müezzin ve radyo projesi için gerekli teknolojiyi üreten bir mühendisin ağzından aktarıyor. Açılışta salona dağılmış üç müezzinden, beraberce ama her biri kendi yorumunu koruyarak dinlediğimiz ezanların yarattığı etkileyici ses alanı, belgesel nitelikteki oyunun alışılagelmiş, duyarsızlaşılmış ve hatta belki yaka silkilmiş olanı yeni bir bağlamda ve kanlı-canlı olarak deneyimlemenin, içerik aktarımından çok öte olan vaadiyle tanıştırıyor seyirciyi. Ancak oyunun. ve üstüne düşünmemize vesile olduğu belgesel ve tiyatro meselelerinin vaadi “seçilmiş” içeriğin aktarımı, deneyimi ve hatta yeni bağlamda yeniden üretiminden öte gerçeklik sorunsalının farklı yüzleriyle karşılaşmayı da kapsıyor.

Hangi Gerçek: Öteki

Oyunu, öncelikle, İstanbul’dan çok farklı karşılama potansiyeli taşıyan Kıta Avrupası seyircisinin gözünden ele almak gerekli; çünkü oyunun sonlarına doğru müezzinlerden biri yakın zamanda ölmüş olan “aslı”nın yerine geçen amatör bir oyuncu olduğunu itiraf ettiğinde öğreniyoruz ki hedef Avrupa seyircisi. Bu nedenle oyun, bir yanıyla uzak ve görünmez olanı seyircinin ayağına kadar getiren turistik bir öğe içeriyor. Ancak ezanın yasak olduğu Berlin’de prömiyer yapılması, Kaegi’nin şen bir gezidense, belli bir algı kırılması hedeflediğine kanaat getirmeyi mümkün kılıyor. Bu çerçeveden oyun, sıradan olandansa öteki ya da en iyi olasılıkla yabancı olanla karşılaştırıyor seyirciyi. Tiyatrodaki ortak mekan deneyimi, Arap, Müslüman, ya da Mısırlı’ya dair çatışma içeren, uzaklaştırıp, nesneleştiren genel geçer temsillerin yerine kanlı canlı bir iletişim imkanı sunuyor. Sahne, halılarla kaplanmış zemini, müezzinlerin camilerinin sahne gerisine yansıtılan video görüntüleri ve elektrik süpürgesi gibi gündelik ayrıntılarla bütünlenmiş, içinde dolaşılan yeni bir mekana dönüştüğünde, herhangi bir görselden çok daha etkili bir biçimde hitap ediyor sduyulara. Üstelik aynı oyuncu, fotoğraflarını gördüğümüz “aslı” ile arasındaki fiziksel farklılıklara dikkat çekip, ötekine karşı körlüğüyle seyirciyi yüzleştirdiğinde bu algı kırılmasının içeriğin etkisi dışında, bakış açısının niteliğini de kapsadığı ortaya çıkıyor. Hayatlarını ve bildiklerini paylaşan bu insanların sunduğu sıcak ve insani gerçeklik perspektifi, halihazırdaki mesafe ve önyargıları, sunulan biçimiyle gerçeklikleri yeniden gözden geçirmeye yönlendiriyor ya da en azından onların da tercih edilmiş bir perspektiften mahrum olmadıkları fikrini akla düşürüyor.

Ne Gerçek: Belgenin Tiyatrosu

Radyo Müezzin’in tartışmaya açtığı asıl konuysa, tam da aslına uygunluk ve nesnel mesafe iddiasındaki belgesel türüne yaptığı göndermenin gücüyle; gerçek. Oyunun sunduğu gerçeği belgeler, istatistikler, tarihsel veriler ya da arşivler yerine tam da konunun göbeğindeki aktörlerin kişilikleriyle örülmüş söylemleri oluşturuyor. Verdikleri sayılar genel geçer bilgilerle, tarih mitik hikayelerle örtüşse de kurulan öznel ve tamamlanmamış gerçeklik, değeri sorgulanmaya gerek kalmayacak şekilde kendi ayakları üstünde durmayı başarıyor. Alışılagelmiş belgesel ifadeyi sahne üstüne taşımaktansa; kapsayıcı ve baskın olma iddiasından uzak, inşa edilmişliğinin altını sahneye dair bir farkındalıkla çizen tiyatral bir gerçeklik bu. Öyle ki Kaegi sosyo-ekonomik standartları alaycı bir biçimde birbiriyle çelişen iki müezzinin fotoğraf albümlerini iç içe geçirerek sunmaktan çekinmiyor. Kurguya yapılan bu vurgu, nesnelliğin şanlı günlerinin geride kaldığı çağımızda dahi önemini koruyan bilginin ve gerçeğin kurgusallığına dair temel sorularla karşı karşıya getiriyor seyirciyi. Üstelik müezzinlerden birinin bölümlerinin başkası tarafından kağıttan okunarak aktarılması, bunun müezzin sandığımız oyuncunun “rol”ünü ifşa etmesiyle oluşturduğu karşıtlık öznede, bedende ve yapıntıda karşımıza çıkan gerçeklikleri aktarıldığı bağlamdan bağımsız olarak algılamamıza yol açıyor. Şüpheci bir göz için oyunun sonuna doğru gerçeğin sınırının nereye çizildiği bulanıklaşıp, kimin müezzin kimin oyuncu, neyin yaşantı neyin kurgu olduğu soru işaretlerine bürünüyor. Bu süreç belgesel kavramının altını oysa da, kurulan tiyatral gerçekliğin deneyimi etkisinden hiçbir şey yitirmiyor.

Nasıl Gerçek: Tiyatral Gerçeklik

Nasıl tiyatroda oluşu belgesele dair bir düşünme alanı açıyorsa, belgesellik iddiası da aynen tiyatronun gerçeklikle ilişkisine, ve ses, ışık ve temsile dair soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Gündelik dilde yalan ve yapmacıklığa bulanmış olan tiyatro, bir gerçeklik biçimi olarak sunuluyor Radyo Müezzin’de. Üç müezzin, sahnede namaz kılamayacakları için “sadece göstereceklerini” açıklayıp namaza durduklarında bu gerçeklik sorusunun en çarpıcı anlarından birini yaşıyor seyirci de. “Gerçeğinden” ayırt edilemez bu gösterim bir yanda gerçeğin erişilemezliğinin huzursuzluğunu, diğer yandan da sunum ve gerçek arasındaki benzerliği su yüzüne çıkartıyor. Sahne üstündekilerin seyirci için ortaya koydukları icra ve gündelik hayatlarının icrası arasındaki ayrımsızlık, rol ve toplumsal rol arasındaki benzerliği ortaya koyuyor. Özne, öznenin portresi, kendinin icrası, temsil ve aktarıcı gibi çeşitli katmanlar arasındaki belirsizlik hem toplumsal gerçekliğin tiyatralliği hem de tiyatral kurgunun gerçekliği üretme kapasitesini ortaya koyuyor. Üstelik, içeriğin getirisi olan canlı ve dolaylı olarak aktarılan ezan arasındaki dinamik, canlı tiyatro ve dolaylı ekran arasındaki dinamiği çağrıştırırken, tiyatral bağlamın gerçekliğe sunduğu katkı da ortaya konmuş oluyor. Salona dağılmış müezzinlerin sesiyle başlayan oyun, sahne ortasındaki hoparlörden yayınlanan ezanla biterken, tiyatronun bitimiyle seyircide İstanbul’un gerçekliği olan hoparlör ezanlarına geri dönüyor.

No comments yet

Leave a comment