BİR YARATICI NEDİR?[1]

Ceren Can Aydın
Ya da ressam, müzisyen, seyirci, eleştirmen, mimar…. Peki ya sanat nedir ? Bir eser nasıl anlaşılır, anlaşılır mı?
Ayşe Orhon, 8/9 Ekim 2011’de iDANS Festivali’nin bir parçası olarak Garajistanbul’da sergilediği Çok isimli gösterisinde, ‘sanat’ dediğimiz olgunun tüm bu bileşenlerine söz konusu soruları yöneltiyor. Amsterdam’da, koreografi alanında yaptığı yüksek lisans programında çalışma konusunu “Geçirgen Göstergeler” olarak saptamış; anladığım kadarıyla bu dans parçası tez konusunun araştırma alanı ya da belki parçası. Sanatçı, öznel tarihinin farklı yoğunluklarda bileşeni olmuş hem kendi disiplininden hem de başka disiplinlerden insanları, anladığı, anlamadığı, anlaşılmadığı durumları, kendisindeki ‘biz’i sorguluyor. Bu sorgulamanın cevabı belli, ben ‘çok’um; büyük ölçüde dansçı olarak bedenime geçen göstergeler ama aynı zamanda zihnimden geçen sorular, cevaplar, imgeler kadar ‘çok’; bir o kadar da katmanlı.
Orhon bu saikle yola çıkınca, kendisine geçen ‘iz’leri, uzmanlığı olan/olmayan, kullanabildiği her medyumla anlatmaya çalışıyor. Eserde kullanılan çizimler, katkıda bulunan sanatçılardan Ebru Anıt Ahunbay’ın fotoğraflarını kullanılarak kendi yaptığı çizimler. Programda ismi anılan diğer sanatçıların katkıları da faal olmaktan ziyade referans niteliğinde.
Araştırma alanı sahne, soruların muhatabı da doğrudan seyirciler olduğu için kurgulanan oyun Orhon’un hedefleri ile uyumlu. Amaç bir kere yaratıyı, göstergeleri, izleme pratiklerini vb. araştırmak olunca, koreografide ‘tekinsiz’ tesadüflere yer bırakılmış. Örneğin Oda Projesi’nin, performans mekanına doğrudan ya da dolaylı (telefonla) katkısı, izleyici için eserin okunurluğunu etkileyen bir unsur. Benzer bir durum, eline mikrofon tutuşturulan seyircinin tesadüfen seçilmesi için de söz konusu. İzleyici akla gelmeyecek bir şey yapabilir ya da yapması istenen şeyi yapış biçimi, eserin okunurluğunu kolaylaştırabileceği gibi zorlaştırabilir. Üstelik bu ‘tekinsizlik’, izleyiciyi de bağlıyor. Seyirci ‘rahat koltuğundan kalk, sahneye gel’ çağrısından tedirgin olabilir; sahnede kendisine sınır koyulduğu için bir ‘sözde davet edilmişlik’ duygusuna kapılabilir.
‘Sahne’ye alındığımız da ise bize iki hikaye anlatılır. Biri yarattığı yanılsamayla izleyiciyi kendinden geçirebilen bir ilizyonistin, diğeri yalnızca tek kişinin girebildiği yedi metrelik bir kuleyi tasarlayan mimarın hikayesi. Benim bu öykülerden çıkarımım şu: Mimarın hikayesi, ‘çağdaş’ sanatsal deneyimin öznelliğine işaret ediyor. Kuleyi çıkmayı göze alanlar karanlıkta tek tek basamakları tırmanırken sıkılsalar da bazen açılıveren pencereden süzülen temiz havayı içlerine çekebilirken, illizyonistin nispeten geleneksel gösterisinde, daha tanımlı ve güvenli seyirci pozisyonunda olanlar kısa ömürlü bir mutluluk duygusuyla gösteriden ayrılıp daha sonra kandırıldıklarını düşünebilirler. Hiç şüphesiz her iki deneyim de sanata içkin. Orhon’un eseri bu tecrübelerden ilkine karşılık geliyor. Tedirginliğimizin nedeni, o karanlık merdivenlerden bir başımıza çıkmayı göze alıp ‘tekinsizlikle’ yüzleşmek ya da yüzleşememenin eşiğinde duruyor olmamız.
Ceren Can Aydın
[1] Michel Foucault’nun “What is an author?” ( In Aesthetics, Volume 2, page: 205, Editör: James D. Faubion, Penguen Books) başlıklı makalesinden alınmıştır. Sözlükler “Author” sözcüğü için yazar, kaynak, üretici, yaratıcı gibi karşılıklar da verir. .