Skip to content

Posts from the ‘Türkçe’ Category

Buto ve Tadashi Endo

 Ayşın Candan

Buto, Japoncada “yer dansı” anlamına gelen bir sözcük. Japonya’nın dışında de giderek sıkça karşılaşılan bu avantgarde gösterimi Japon tiyatrosunun geleneksel türleriyle karıştırmamak gerekiyor. Her ne kadar klasik No ile daha yakın dönemlerde, 17. yüzyıl burjuvazisinin Kabuki’sinden pek çok şey ödünç almış olsa da Buto, çağımızın bir ürünü.

İlk buto öreği 1959’da türün yaratıcısı olarak bilinen Hijikata’nın (1928-1988) imzasıyla icra edilmiş. Hijikata’nın daha sonraları birlikte çalıştığı Kazuo Ohno (d. 1906) türün gelişimine kendine özgü katkılarda bulunmuş. Hijikata’nın ilk dansları grotesk ve karanlıktı, cinsel sapkınlık içeriyordu. Ona karşılık Ohno daha tinsel ağırlıklı, “havadar”, ışığa ve aydınlığa yönelen bir biçem geliştirdi. Bugün Batı’nın büyük kentlerinde, ABD’de dans ve tiyatro okullarında Japonya’da olduğundan daha geniş çaplı bir uygulama alanı bulan buto’nun bü yüzden iki farklı yönelimi var. Hijikata’nın daha karalık biçemi ile Kazuo Ohno’nun yaratıcı sentezlere açık anlayışı daha sonraki kuşak üzerinde etkili oluyor. Buto’nun düşünsel art alanında gerçeküstücülük, Genet, Artaud, de Sade gibi okumalar, ünlü Japon ozan Mishima’nın etkileri vardır. Dışavurumcu Alman dansı, Mary Wigman ‘ın deneyleri, Chi-Kung, Tai-Chi gibi disiplinler de buto yaratıcılarının esinlendikleri alanlardır. Read more

Ziya Azazi, Modern Zamanlar Dervişi…

Deniz Polat

Yeşil Üzümler Dans Tiyatrosu’nun 90’ larda, kendi yağında kavrularak yarattığı, parça pinçik ama nar kadar bereketli işlerinden hatırlarsınız, Ziya’ yı. Dedesinin anlattığı masaldan arta kalanı, bizlerle, unuttuğumuz yakın geçmişimizin Arapçasını şaklatarak paylaştığını, Antakya nın o kendine özgü sıcaklığıyla ışıldayarak hareket edişini…

Üzerinden uzun zaman geçti, dansa gönül vermiş bir salkımın üzümleri etrafa saçılalı, her biri kendince yola koyulmuştu, önlenemez bir dürtüyle… Ziya’nın kabına sığmayan enerjisi onu Viyana’ ya oradan da, zamanımızın ustaları neredeyse oraya sürükledi. İsmael Ivo ve Jan Fabre bildiğim kadarıyla en çok etkilendiği ve beraber çalışmaktan keyif aldığı sanatçılardı.

Çağdaş dansta, kendine güçlü bir teknik geliştirdi. Güvendiğiniz, bilinmeyen denizlere açılabileceğiniz sağlamlıkta, esneklikte bir bedene sahip olmak, kolay değil. Eş değerde, bir Antakya’ lı için gurbette yaşamak da kolay değil. Azazi’ nin içindeki özlem, yalnızlık, onu kişisel yolculuğunda kendiyle buluşmaya ve içinde her daim dostu olacak yeni bir Ziya yaratmaya itti. Read more

Sunum-Performans: Xavier Le Roy, Ivana Müller ve Tarek Halaby

Aylin Kalem

70’li yıllarda dans/performans alanında üründen ziyade yaratım sürecini gösterme fikri oldukça revaçtaydı. Yvonne Rainer’inContinuous Project – Altered Daily adlı projesi, sahnede bitmiş bir ürün sergilemektense sadece yaratım sürecine odaklı, halka açık yerlerde sunulan ve hiç bir zaman bitmeyecek bir prova sürecinden oluşuyordu. Rainer, genel olarak bir projenin çoğu zamanının provalardan oluştuğunu öne sürerek izleyiciyle bu dilimi paylaşmanın daha mantıklı olduğu görüşündeydi. Sonuçlanmış bir iş yerine süreci paylaşmayı öneriyordu. Şimdiyse, özellikle son yıllarda “sunum-performans” kavramı koreograflar arasında ilgi çekmeye başladı. Bu tür performanslarda, ne sonuç, ne de yaratım süreci sunuluyor. Bunların yerine projenin başlangıç aşamasını oluşturan kavramsal tasarımını belirleyecek bir süreç paylaşılıyor izleyicilerle. İçinde koreografik bir tasarımı barındırabilecek bir sanallık anlayışıyla kurgu ve gerçeklik arasında sınırda dolaşan bir anlatı ortaya çıkıyor. Burada koreograf, kendi biyografisiyle, koreograf kimliğiyle ve izleyiciyle olan iletişimiyle hesaplaşıyor. Teorik alıştırmayı öne çıkararak sosyal, kültürel, tarihi ve bilimsel açılardan bedeni sorguluyor; bir konferans sunumu veya stand-up şeklinde tasarlanmış bir kurguyla alışılmış gösteri anlayışına meydan okuyor. Read more

Bones and Oceans – Rui Horta

Handan Ergiydiren Özer

Rui Horta‘nın 1998-2000 yılları arasında Münih’de oluşturduğu Rui Horta Stage Works döneminde gerçekleştirdiği Bones and Oceans, oyuncu/dansçı Anton Skrzypiciel için yarattığı bir solo çalışma. 2004 yılında yenilenerek, tekrar sahnelenmeye başlanmış.

Yapıt, hareket, sahne tasarımı ve metnin ortak işletildiği, melez haliyle modern sonrası nitelikler taşırken, bir yandan da beden kullanımı ve dramaturjik çizgisiyle modernist denilebilecek , gelenekçi bir tavırda ısrar ediyor. Gündelik yalnızlık, ortalama koşullarda hayatta kalmanın ötesine geçmeyen, sıradan ve tekdüze kentlilik hali, yapıtın genel anlatısını oluşturuyor. Bu yalnızlık içinde yaşadığımızın tek kanıtı olan ‘kayıtlar’, nüfus kaydı, seçmen kaydı, okul kaydı, fotoğraf ve videolar, kredi kartı işlemleri ya da elektronik haberleşmeler, tavana asılı duran makara bantlı ses kayıt cihazıyla simgelenmiş gibi. Teyp bandı gösteri boyunca yere doğru boşalıyor. Bir daha kullanılmaz halde, yere yığılıyor. Böylece hem sahnedeki gösterim hem de izlerken kayda geçenler, suya yazılı bir kayıt gibi silikleşiyor. Aslında kaydettiğimizi sandığımız her bilgi bir başka yüzeye aktarılınca hayaletleşiyor, yapının dışına düşüyor.