Skip to content

Özlem Alkış ile Neverland Üzerine…

Özlem Alkış’ın iDANS Festivali kapsamında, 27/28 Eylül’de Garajistanbul’da sergileyeceği Neverland’den yola çıkan, Gurur Ertem ile bir e-Söyleşisi…

14 Eylül, 2007

Neverland’in çıkış noktasından kısaca bahseder misin?

2006 Ocak ayında otoportre çalışmaya başladım. Onun öncesinde farklı alanlarda “kendi”lik imgesi üstüne çalışıyordum zaten. Otoportre konusunu nasıl ele alacağımı düşünürken, kendimi güvende hissettiğim veya yabancıladığım, uzağında durduğum ya da gözardı ettiğim durumlar ve ifade biçimleri üstüne düşünmeye başladım. Bunlar iki noktada toplandı: Melankoli ve dışa vurumculuk… Farklı disiplinlerden malzemeler araştırdım. Özellikle edebiyat ve resim alanlarında…
Taureau-otoportre arayışında, bu malzemelerden ilham alarak oluştu. 9 dakikalık bir koreografi çalışması olan Taureau¹, ellere odaklanarak, ellerden başlayan hareketin zaman ve mekanı nasıl biçimlendirdiği ve jestten postüre geçiş üzerine hareket araştırması idi.
İstanbul’da sergilenen “II.Bölüm”de ise Taureau ile oluşan dili bu sefer objeler ile ilişkilendirdim. İstanbul’a taşınma, “yerleşme” kararı aldığım bir dönemde II.Bölüm, aynı zamanda geçiş dönemi ve bir eskiz çalışması olarak biçimlendi. Bu sayede de Neverland²’in oluşmasına imkan sağladı. Bu projenin nerede geçtiğini anladıktan sonra ki bu çok uzun zaman sonra oldu, kendimi ona bırakacak güveni hissettim. Bir üçüncü ve son katman olarak çocukluğumun önemli bir parçası olan müzikaller, sessiz filmler, masallar (Alice Harikalar Diyarında, Peter Pan), Borges’in Olağanüstü masalları…vb. çalışma sürecine eşlik etti.

¹Boğa burcu
²Peter Pan’ın kurmaca adası, düşler ülkesi

Fransa’daki formasyonun eserlerini ya da bakış açını ne ölçüde etkiledi?


İlk işimi, just marking’i, çalışmaya başladığım dönemde – Centre Chorégraphic National de Montpellier’de iken- bir hoca sürekli bedeni en iyi nasıl kullanacağımızı tarif ediyordu. “Kalçayı bırak, kalça aşağıya doğru, yerden destek al”… Bu tarifi hiç bir şekilde anlamadım. Dansçı bedeni olarak, beden kulanım biçimi herkes için “aynı” olduğu varsayılan, “tek bir beden tipi” tarifi yapılmakta. Tarif edilen beden, olması gereken beden ve dansçı beden görüntüsü ile kendi dansçı imajımı oluşturduğunu farkettim. Böyle bir eğitim sürecinde kendi gerçekliğinden ve algından bir kopma noktası yaşıyorsun, yaşatılıyorsun. Bir şekilde sakatlanıyorsun. Kendime biçtiğim dansçı imajı ile kendi gerçekliğim arasındaki mesafe büyüdükçe “dansçı” olmaktan uzaklaşmayı seçtim. Tüm bu ikilemler bana kendi dilimin ne olduğunu sordurdu. just marking’in temelde çıkış noktası da bu oldu. Fransa ise tüm bu soruları sorabileceğim güven ortamı, beden ve dans tarihine dair kaynaklar sağladı. Belli bir teknik altyapıya sahip olmamam, Fransa’da farklı yaklaşımlarla tanışmam harekete farklı yaklaşmama, kendi dilimi aramaya cesaretlendirdi.
Sahnede ne sergileyeceğim? Niye sergiyeceğim? Nasıl bir beden olacak? Hasta beden, kararsız beden, düşünceli beden, şapşal beden… Mükemmel olmayan beden… vb. sahnede yer alabilir mi? Teknik olarak tanımlanan “virtüöz” bedenden uzaklaşmak mümkün mü? Yerine başka bir “virtüöz” tanımı gelecektir ki…

Dansa neden ve nasıl başladın? Yaptığını dans olarak değerlendirir misin? Niye?


Dansa neden başladığımı bilmiyorum, ne zaman başladığımı da aslında. Dansın hayatımda hep varolduğunu hissediyordum sadece. Dansı meslek olarak tanımlamak ve sürdürmek, asıl zor olan kısım buydu…
Hareket araştırması, imajinasyon ve duyu çalışması, yaşamın içinden dansa ve kompozisyona dair detaylar ilgimi çekiyor. Bu yüzden de yaptığımı dans olarak tanımlıyorum ama dansın ne olduğunu tanımlayamam. Dans bilmediğim, sahip olmadığım bir şey. O yüzden hep aramak lazım. Bu arayış stüdyodan çok stüdyonun dışında. Dans stüdyosunun ne olduğuna dair taşıdığım bir imaj var. Seyredilme hali ve “olma durumu”nun gövde gösterisine, kendini göstermeye dönüşmesi üzerine. Dışarda, evlerin salonlarında, kendi odamda provalar aldığımda bulunduğum mekanın hareket ve duruş kalitesini nasıl değiştirdiğini farkettim. Seyredilme ve mahremiyet, kamu alanı ve özel alan kavramları, bu kavramların birbirinin içine geçmesini ve sahnede olmak… Aradığım samimiyet, odamdaki beden’i sahneye taşımak…

En beğendiğin ve birlikte çalışmak istediğin koreograflar ve niye?


Mesela Mathilde Monnier’in işlerinin “estetiği”, Mustafa Kaplan’ın “samimiyeti”, Mark Tompkins’in “ironizm”i, Boris Charmatz’ın “bedeni”, Vera Mantero’nun “şiirsel deliliği”, Aydın Teker’in “disiplini”, Martin Pisani’nin işlerinin “çok güldürmesi”, Lisa Nelson’ın “kıvrak zekası”…böyle uzayıp gider.

Bu yıl gördüğün sence en iyi iki ve en kötü iki eser?


En iyi eser, Dortmund Off-limits festivalinde Lea Martini, genç bir koreograf, işini çok beğendim. Adı “Trailer”.
Galiba kötü eser yok, samimi olmayan işler var benim için…

Hayalindeki proje?


Soru sorduran, rahat bırakmayan, cevap vermeyen projeler. Hayalimdeki projenin bir tarifi yok ama içinde ses ve “et”in ön plana çıktığı bir beden var. Ne zaman gerçekleşecek bilmiyorum. Fakat Neverland’den sonra gitmek istediğim yer az çok belli. Devamında kendime yakın bulduğum bir beden ve tanımadığım -hatta kendime uzak bulduğum- yabancı bir beden ile verili malzemeler -solodan arta kalan ne ise- üzerinden birbirimizle karşılaşarak ve yüzleşerek üç kişilik bir çalışma planlıyorum.

No comments yet

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: