YA BİR PENCERE AÇILSAYDI, HABER STÜDYOSUNDAN DÜNYAYA?!

Ceren Can Aydın
Bir Pencere Açılsaydı (if a Window would open) isimli üç perdelik oyun, iDANS Festivali kapsamında 2 ve 3 Ekim 2011 tarihlerinde Garaj İstanbul’da sergilendi. Portekizli yönetmen Tiago Rodrigues’in, bir televizyon kanalının haber stüdyosunu merkeze alarak kurguladığı oyunu, Neil Postman’ın bir dönem çok tartışılan ‘Televizyon, Öldüren Eğlence’ [1] kitabında yaptığı toplumsal tahlillere bir nazire gibi. Postman bu kitabında, hayatımızda gittikçe daha çok yer işgal eden televizyonun insan ilişkilerinde yarattığı tahribatın, daha da önemlisi Thomas Hobbes’un meşhur ‘insan insanın kurdudur’ diye özetliği türümüz doğasına dair siyasi tahlilinin bir laboratuarı olma halini inceler.
Rodrigues ise televizyonu toplumsal olmaktan ziyade bireysel düzeyde mercek altına alarak başlıyor işe ve süreç içinde toplumsallığa dair söyleyeceklerini bu ‘birey’ üzerinden dile getirmeyi tercih ediyor. Ama bu, neo-liberal politikaların sembol isimlerinden Demir Leydi Margaret Thatcher’ın, toplumsal muhalefeti bastırma politikalarına zemin teşkil eden ‘Toplum yoktur, birey vardır’ sözünde kastettiği birey değil hiç şüphesiz. Onun ‘birey (ler)’i, kamusal söylemde ‘her şeyi bilen öznelerin sesi’ olmaktan çıkıp mesajların, içerdiği bilgiye değil emosyonlara göre şekillendiği grotesk bir durumda, ne yapacağını şaşıran, bilmediğini biliyor gibi yaparak durumu kurtarmaya çalışan, ve nihayet ‘Hiçbir şeyi bilmemenin yeni trend’ olduğunu ilan etmek zorunda kalan TV çalışanları.
‘Reklamlar’ bölümünde, üzerine İngilizce ‘güzel, mükemmel, bakire, eşsiz, arkadaş canlısı, çürümüş, geridönüşümlü vb.’ sıfatların iliştirdiği şişe şişe ayran dağıtılıyor seyircilere. Malum, medya reklam gelirleriyle işleyen bir sektör. Bu sektörde satın aldığımız ürünle o ürüne atfedilen pek çok sıfatın, yakıştırmanın da tarafı oluruz, bunlar kimliğimizin bir parçası gibi sunulur. Nihayetinde reklam arası içerik mantığıyla işleyen medyada, rayting (izlenme oranları) içeriği belirler hale gelir. Rayting rakamları biz tüketicilerin istatistiki dökümüdür, reklam verenlere satılır. Bu metaforik TV stüdyosununda, reklamlar bölümünde söz konusu sıfatlar muhatabını bulurken kahkahalarla gülüyor, çok eğleniyoruz. Bir oyuncu ‘Ayran uyku getirirmiş’ diyor; ‘İyi, çünkü ikinci bölüm çok sessiz.’
Kahkahalarımız, içtiğimiz ayranla beraber midemize iniyor. Belki de en çok ‘söz’ün satılık olduğunu böylesine incelikle hissettirdiği için, son perdede yeni bir ‘kamusal’ lisan yaratma girişimine, sessizlikle verilen cevaba ortak oluyoruz. Gülemiyoruz, çünkü anlatılan bizim hikayemiz[2]. Belki de, iletişebilmenin, seyirci olmaktan çıkıp yaşamanın yegane yolu artık susmaktır. Çünkü en azından sessizlikte bir vaat vardır.[3]
[1] Neil Postman, ‘Televizyon, Öldüren Eğlence’, Ayrıntı Yayınları, 2010
[2] ‘Quid Rides, de te fabula narratur’, ‘ Gülme, anlatılan senin hikayendir’- Romalı Satir Ustası Horace’a ait olduğu söylenen, satir (hiciv) türünün ana ilkelerinden biri.
[3] ‘In silence there is promise’, Oyunda kullanılan repliklerden biri.