Skip to content

Gözyaşlarından Akan Sesler

Nesli Kayalı

*iDANS’ın 6. sürümü kapsamında 2-3 Ekim tarihlerinde garajistanbul’da sergilenen; 2010’da Arena Festivali’nde Jüri ve Ortak-Yapım Ödülü’ne, 2011’de Almanya’daki Impulse Festivali’nde Dietmar N. Schmidt Oyunculuk Ödülü’ne layık görülen Avusturyalı sanatçı Anna Mendelssohn’nun Cry Me A River  (Gözyaşların Sel Olsun) adlı tek kişilik oyunu üzerine.

Sıradan bir konuşma düzeni: yerlere kadar uzanan parlak beyaz örtülü uzun bir masa, masanın arkasında konuşmacı sayısı kadar sandalye, üstünde mikrofon, su, bardaklar. Masanın tam ortasında dinleyicilerin oturmasını bekleyen ceketli bir kadın. Herkes yerleştikten sonra duyulan ilk sessizliği konuşmacının o beklenen sesi bozuyor. Anlatılan basit bir anı, ses normal tempoda ve normal şiddette. İlgiyle hikayenin bildiğimiz gündem maddesine bağlanmasını bekliyoruz.

Buraya kadar eğer gerçekten bu bir konuşma olsaydı, konuşmacı anlatacağı “iklim değişikliği” ile ilgili bilgilerini bizlere anlatır; bizler de bilgilenmiş olarak hayatımıza devam ederdik. Oysa dinlediğimiz Avusturyalı oyuncu-yönetmen Anna Mendelssohn’nun iklim değişikliği üzerine internetten derleyip biraraya getirdiği metinlerden oluşturduğu tek kişilik oyunu ve izlediğimiz sahneleşen masanın arkasındaki oyuncunun sözlerine gebe buzdağının görünen yüzü.

Oyun boyunca bazen devamlılığı olan bazen de kopuk ve atlamalı birbirini takip eden, teker teker incelendiğinde birbirinden çok farklı ama bütününe baktığımızda her bireyin sahip olabileceği düşünceleri yansıtması ile aynılaşan sözlerin akışına tanık oluyoruz. Dil, din, ırk, politika bakımından çeşitlenen bireylerin yazdıkları farklı metinlerin sezgisel bir akıl ile biraraya getirilmesi sonucu oluşan bu metnin, klasik oyunculuk anlayışında ‘rol kişisi’nin analizinde yaratacağı koasu tahmin edebilirsiniz. Herkesçe olanın bir kişi tarafından oynanarak bireyselleştirilmesini duygusal iniş-çıkışları-patlamaları olan normal bir insan (?!) olarak yorumlamak bu performansın büyülü yanlarından biri. Hem de bunu alışık olduğumuz sahnede alışıldık biçimde rolü gereği serbestçe hareket eden oyuncunun aksine, oturduğu masanın arkasında konuşarak, susarak, ağlayarak, donakalarak, bakarak, bağırarak, utanarak, çekinerek, heyecanlanarak gerçekleştiriyor ve tüm bunlar olup biterken bir de “yaralanıyor”. .

Biz izleyicileri aynı anda hem anlatılan ile özdeşleşmeye hem de uzaklaşıp kendimizce olanın adını koymaya zorluyor. Seçtiği bağlam üzerinden kişisel olanla herkesçe olan arasında kurduğu paralelliği ve süperpoze biçimde yaratmayı başardığı ilüzyonu, zaman zaman onun ‘dışına’ çıkarak kırıyor. Ağlayabilmek için gözyaşartıcı sürülmesine ya da oyuncu stilizasyonunun temsili “yaralanmış insan makyajı”nın yapılması sekanslarına ya da yine aynı masada otururken küçük bir kız çocuğu sesine sahip olabilmek için helyum gazı ile şişirilen balonunun havasının çekilmesine tanık olmak normal akışı bıçak gibi kesiyor. Aslında alışık olduğumuz sahnelemelerde sahne arkasında yapılan tüm bu oyuncunun ‘dönüşümüne’ dair eylemler; zihnen adapte olduğumuz durumdan koparıp tam da o anda ‘bizde’olup biten dönüşüme bize bağlıyor. Kaldığı yerden devam eden oyunla beraber bir gel-git durumu oluşuyor.

Belirli bir üslup yerine bugüne kadar teorize edilmiş üsluplardan tutarlı bir karışım sununan bugünün sınırsız sahneleme biçimlerinin içindeki yerini alan bu performans; maruz kaldığımız dayatılan duyarlılıklarla, bireysel olarak hissetiklerimiz-düşündüklerimiz-endişelerimiz arasındaki sıkışıklığımızı içtenlikle sergilemeyi başarıyor.

No comments yet

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: