Skip to content

Genç Koreografların “Oyun Kuramı”

Gurur Ertem: Neden oyunlar ve neden özellikle bunlar?

Anne-Linn: Oyunlarla ilgili bir iş yapma fikri Adrián’dan çıktı.  Ben gerçekte hiçbir zaman çok aktif bir “oyuncu” olmadım fakat uzun yıllar boyunca  iş icabı doğaçlamalarla uğraştım ve oyunlarla ilgilenmemin nedeni de buydu. Dans etmek çoğunlukla kuralları iyi belirlenmiş fiziksel bir oyun oynamaya benziyor.

Adrián: Hayatım boyunca oyunlarla hep ilgilenmişimdir Buenos Aires Üniversitesi’nde Hukuk ve İktisat Yüksek Lisansı yaparken de “oyun teorisi” üzerine çalıştım. Türkiye’ye geldiğim ilk zamanlarda insanların nasıl tavla oynadıklarını, özellikle de tavla oynama hızlarını ve dinamiklerini görmek beni etkilemişti. Tavla oynama biçimleri benim için bu oyunu dönüştürdü. Farklı oyunları, farklı insanların bu oyunlara yaklaşımlarını incelemenin ilginç olacağını düşündüm. Bizi farklı biçimlerde zorlayacak üç oyun bulmaya çalıştık. Bu anlamda üç farklı kıtaya ait üç oyun seçtik. Bunlardan biri bir kart oyunu, diğer ikisi ise masa oyunları. Üç oyun da strateji geliştirmeyi gerektiriyor, aralarından yalnızca biri şanslı olmakla ilgili değil. Bu oyunların hepsinin kişisel olarak benimle bir bağlantısı var. Truco, hayatım boyunca oynadığım bir oyun olmuştur; tavla oynamayı biliyordum ancak onu “yeniden öğrenmek” Türkiye’deyken nasip oldu; Xiangqi öğrenmeye sıfırdan başladığım bir oyun, bu süreç oldukça zorlayıcı oldu.

G.E.: Genellikle oyunların kuralları ve amaçları belirlenmiş yapılar,  oyuncuların kazanmak için stratejik tercihler yaptığı durumlar oldukları kabul edilir. Oyun teorisyenlerinin problematik bir varsayımına göre tüm oyuncular “rasyonel” biçimde davranırlar. Bu teorinin kendisine dair ne tür sonuçlara ulaşabiliyoruz? Yaptığınız gözlemler oyun teorisini doğruluyor mu yoksa karşı mı çıkıyor? İnsanlar gerçekten yalnızca rasyonel seçimler mi yaparlar?

Adrián: Araştırdığımız oyunların hepsinde bir tarafın kazancı diğer tarafın kaybı anlamına geliyor. Birinin 1 puan kazanması için diğerinin 1 puan kaybetmesi gerekiyor. Bu tür bir oyunda rasyonel davranışın normal olduğunu söyleyebilirim. Oyuncular kazanmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Her şey derken, öteki oyuncuyu kızdırmaya çalışmayı, irrasyonel biçimde davranmayı da kastediyorum. Böylece oyunu kazanma şansları da artmış oluyor.

Anne-Linn: Sorunuza verilebilecek farklı yanıtlar var. Başkalarıyla zaman geçirmek, yiyip içmek gibi oyunu çevreleyen toplumsal boyutun değeri arttıkça, bahsi geçen oyunu kazanmanın önemi de bir o kadar azalıyor. Ancak oyunun kendisi en önemli şey haline geldiği an, insanlar daha çok strateji belirleyerek, daha az empati kurarak oynamaya başlıyorlar.

G.E.: Arjantin, Türkiye ve Çin’deki farklı kültürlerdeki masa oyunları hakkında oldukça yoğun araştırmalar yaptınız; araştırmanız katılımcıların gözlemlenmesini, saha çalışmalarını ve benzerlerini içeren etnografik araştırmalara çok benziyor.  Her kültürde oyunlara yönelik oldukça farklı yaklaşımlarla karşılaşmış olmalısınız; farklı bağlamlarda gözlemlediğiniz çarpıcı benzerlikleri ve büyük farklılıkları merak ediyorum. Örneğin Türkiye’de tavlanın şahsına münhasır bir değerler sistemi söz konusu mu? Eğer böyle bir şey varsa, bu nedir sizce?

Anne-Linn: Önceki soruyla bağlantılı olarak ben en büyük farkın insanların kazanmak ve kaybetmekle kurdukları ilişkide yattığını düşünüyorum. Bazı bağlamlarda yalnızca oyun oynamak yeterli olabiliyor; böyle durumlarda en önemli şey arkadaşlar, aile veya hatta yabancılarla zaman geçirmek. Oyun da bunun gerçekleşmesini sağlayan ortamı hazırlıyor sadece. Başka durumlarda ise bir oyunu kazanarak elde edilen statü, o oyunun amacı olabiliyor. Çin’de oynanan her oyunda “mahçup olmak” önemli bir kavram, oyunu “kazanan” kişi olmanın toplumsal bir getirisi var.

Türkiye’de yaşadıklarımızdan oyuna dair bilgi ve deneyimin çok değerli olduğunu, buna rağmen en önemli şeyin oyunun toplumsal boyutu olduğunu gördük. İnsanlar birlikte zaman geçirmekten hoşlanıyorlar; tavla oynamak, bu oyunun dışında herhangi bir şey üretmek zorunda olmadan rahatlamanın, oturup sohbet etmenin geleneksel bir yolu.

Adrián: Arjantin’deki durum da Türkiye’dekine benziyor. Bir deste oyun kağıdı, arkadaşlarla empanada yemenin, bir kadeh şarap içmenin bahanesi haline geliyor.

G.E.: İnsanlar kaybetmekle nasıl başa çıkıyorlar?

Adrián: Genel olarak normal bir biçimde başa çıktıklarını söyleyebilirim. Oyunların hepsi, arkadaşların buluşup nargile  tüttürmeleri, çay veya kırmızı şarap içmeleri için birer bahane. Çin’de bir oyunu kazanmak ve kaybetmek çok önemli bir mesele çünkü toplumsal bir ortamda kazanmanın gururu temel bir öneme sahip (oyunlar Çin’de sokaklarda ve parklarda oynanıyor). Türkiye’de, Arjantin’de olduğu gibi, kaybeden kişinin “acısı”ndan zevk almak önemli bir faktör. Türkiye’de kaybeden kişi “mars” olduysa durum çok daha kötü bir hal alıyor.

Anne-Linn: Bence bunlar çok farklı durumlar. Eğer düzenli bir biçimde oynuyorsanız kaybetmek daha kolay kabul edilebilen bir şey, ne de olsa bazen kazanıp bazen kaybettiğinizi biliyorsunuz. Eğer daha çok oyuncuların entelektüel kapasitesine bağlı bir oyunsa bu, şansa bağlı bir oyuna kıyasla insanlar için kaybetmek elbette daha zor olurdu. Bence insanların tavlada kaybetmeyi daha kolay kaldırmalarının sebebi bu. Ne kadar iyi olursanız olun, işin içinde her zaman şans faktörü var.

Adrián: Ben Anne-Linn’den farklı düşünüyorum. Benden daha iyi bir oyuncunun karşısındayken kaybetmem sorun değil. Beni gerçekten zorlayan şey, oyunu şanssızlığım yüzünden kaybettiğim bu kadar barizken yenilgiyi kabullenmek. Truco oynarken elinizde iyi kartlar yoksa bile rakibinizi yenebilirsiniz. Tavlada ise şanssızsanız bunu aşmanın bir yolu yok. Türkiye’de insanların pek çok defa “zar gelmeyince gelmiyor” dediklerini duydum. Bunun anlamını şimdi öğreniyorum.

G.E.: En iyi oyuncuların özellikleri nedir?

Adrián: Sabırlı ve soğuk oluyorlar, çoğunlukla da yaşça büyükler. En önemlisi, hiç sinirlenmemeleri; öteki oyuncuyu kızdırmayı biliyorlar, bu da çok önemli bir yetenek.

Anne-Linn: En önemli özellikleri oyuna karşı sevgi ve adanmışlıkları. İyi bir oyuncu, o oyunu bir kaybedip bir kazanarak deneyim sahibi olmuştur. Elbette entelektüel kapasite de önemlidir ancak zamanınızı vermek ve çaba harcamak da bir o kadar önemlidir. Oyunu daha iyi oynamanız için kazanma isteğinizin olması da gerekir. Bazı insanlar gerçekten de her seferinde mücadele etmeyi seviyor.

G.E.: Oyun, eğlenceli bir faaliyet olarak tanımlanır; zamansal ve mekansal açıdan diğer şeylerden ayrışmıştır; belirsizdir; üretken ve faydacı değildir; kendi kuralları vardır ve kurmacadır. Bunlar aynı zamanda sanatı sanat yapan özellikler de değil mi? Siz hiç oynadıkları oyunları sanat olarak değerlendiren insanlarla veya gruplarla karşılaştınız mı? Onlar yaptıklarını nasıl savunuyorlardı?

Anne-Linn: Oyunlarından bu şekilde bahsedenlere rastlamadık. Ancak çoğu kişi için oyunlar çok açık bir biçimde kültürel geleneklerin birer parçası, onlardan önce varolmuş, onlar öldükten sonra da varolacak şeyler. Kültürlerinin derinlerine kök salmış bir geleneği devam ettiriyorlar.

Bir gözlemci olarak oyunculara dışarıdan baktığımda gördüğüm estetik güzellik çoğunlukla beni şaşırtır. Örneğin oyuncuların hareket eden ellerinin zarafeti, sayısız denemeyle kazanılan bir şeydir. Bir oyunun doğal ve yapmacıksız etkileşimini yaşamak da çok hoş bir şey. Bunu bir tür “anti-yabancılaşma” olarak adlandırabilirim. Bazen bu etkileşimde öfke ve tutku en ham halleriyle bulunabiliyor. Oyunlarda insan duygularının her çeşidine rastlamak mümkün.

Adrián: Oyun oynarken bu oyunların güzelliğini düşünmeye vaktim olmuyor çünkü oynuyor ve çoğunlukla da kazanmaya çalışıyorum! Genelde insanlar oynadıkları oyunlarla sanatsal açıdan ilgilenmemize şaşırıyorlardı.

G.E.: Bu kültürde anormal bir durumda olan ve tavla oynamayı bilmeyen biri olarak bana ne yapmamı önerirsiniz? Tavlayı çok hızlı bir biçimde öğrenmeyi, en sonunda ‘yerli gibi görünmeyi’ nasıl başarabilirim?

Anne-Linn: Sizi sıkmadan tavlanın kurallarını açıklayacak sabırlı birini bulun, sonra da birkaç defa kaybetmeye hazır olun. Gözlem, pratik ve sabır çok önemli. Burada Boğaz’a bakan güzel bir yer bulabilir, lezzetli şeyler yiyip içebilir, tavlayanın karşısında güzel zaman geçirebilirsiniz.

Adrián: Kuralları hızlı bir biçimde öğreneceğinize eminim. Tavla oynayarak Türkiye’de yerli muamelesi görmek, çok hızlı zar atmakla, taşları çok hızlı oynatmakla ilgili, bu yüzden de çok karmaşık bir iş. Bir yandan nargileyle havada dumandan şekiller yapıp litrelerce çay içmek de gerekiyor. Öteki üç oyunu birleştiren, kendi yarattığım “Caballitos” (küçük atlar) oyununu öneriyorum size. Cuma günkü performansa gelmeniz yeterli, biz size rehberlik edeceğiz.

No comments yet

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: