Yaklaşım Olarak Performans

Ekin Tokel
Hakim ya da savcı, yasa uygulayıcı olarak çeşitli biçimlerde ve çeşitli unsurları işaret eden temsili bir özelliğe sahipler. Bu temsiller, yasanın pratik anlamda temsilcisi olma işlevini yürütmelerinin yanı sıra sembolik olarak devletin gücünü ya da yapısal olarak adaletin erişilebilirliğini ima eden temsillere ve hatta daha ötesine genişletilebilir. Ancak bu ulvi ve geniş çaplı temsillerin yanında, hakimin işini yazılı sözü etki üreten eyleme dönüştüren bir işlem olarak da görmek mümkün. Bu da temelde performans –ya da gösteri– sanatları alanına işaret eden bir sözcük olmakla beraber, genel anlamda işlem, kapasite ve bu kapasitenin değerlendirilmesi meselelerini konu eden “performans”ı akla getiriyor. Hatta bir hakim, mesleğindeki ses kullanımına vurgu yaptığında, işinin gösteri/gösterim kavramıyla bağdaşıklığının altı iyice çizilmiş oluyor. Bu bağdaşıklıktan yola çıkarak, hakimin durumundaki temsil-performans bir aradalığını performans sanatları ekseninde de düşünmek mümkün mü?
Performans çalışmalarının getirdiği yaklaşım, bir yönüyle, temsil ve performansın belirtilen bir aradalığı karşısında, performatif öğeye odaklanarak, performans sanatları ya da gündelik performansı temsiliyetin ötesinde işlemleri, eylemleri ve etkileri üstünden değerlendirme kapısını açıyor. Ayrıca böyle bir yaklaşım, Jacques Derrida’nınki gibi temsilden kaçışın imkansızlığını vurgulayan söylemlerin karşısında, temsili yadsımadan temsilin gücüne karşı koyabilen bir alternatif de sunmuş oluyor. Aynı zamanda, temsilin kendiliğinden, karşı konulamaz ve kendi başına yeterli konumuna getirilen bu alternatif, temsilin kendi gücünü de bir parça sarsma şerefine nail oluyor.
Temsili olan ve performans olana odaklanmanın farkı üstüne kurulan bir yaklaşım da, elbette ki öncelikle bu iki unsurun arasındaki ayrımı belirlemekten geçiyor. Bu ayrım en başta, temsilin bir başka gerçekliğin yerine geçen ikincil statüsüne karşı performansın mevcudiyeti ve şimdiki zamanı vurgulayan yönü arasında gerçekleşiyor. Temsil kavramı, yerine geçtiği diğer bir gerçekliği işaret etme iddiası dolayısıyla, temsil edenin yorumlanması ve arkasındaki özgün gerçekliğin çözümlenmesi gerekliliğini yaratan bir anlam arayışına sürüklüyor. Oysa, yönelimini performans olarak değerlendiren yaklaşım bizzat gerçekleşmekte olan bir eyleme yaptığı vurguyla anlam yerine üretilen etkinin keşfini tetikliyor. Bu anlam ve eyleyen süreç ayrımı, temsilin bir diğerinin “yerinde duran” durağan ve edilgen durumuna karşı performansın etken eyleme potansiyelini beraberinde getiriyor. Ancak bu durağanlık, temsili olanın genel geçer ve nesnel bir gerçekliği iddia etme gücünü ortaya çıkarırken, eleştirel yaklaşımda da bilimselliğin öne sürülmesine imkan tanıyor. Yine de performansa odaklanan yaklaşım kendini öznel, değişken ve çekinik bir alanda tanımlamakla kalmayıp, bu alanın geçerliliği ve kendi ayakları üstünde durabilirliğini de savlamış oluyor. Bu nesnel ve öznel pozisyonlar, yaklaşımın geçerliliği dışında, odağı açısından da bize bilgi veriyor. Yani, temsili yaklaşım nesneyi değerlendirmesinin merkezine alırken, diğer seçenek performansın muhatabına ağırlık vermeyi tercih ediyor.
İki yaklaşım arasında belirtilen ayrımlardan kaynaklanan, bunların ötesine geçen ve bunların dışında birçok başka ayrımı da düşünmek mümkün elbette. Ancak bu seviyede dahi ne temsilin ne de performansın kendiliğinden durum, oluş ya da eylemler olmadığını ve performans kavramına yaklaşabilmenin performatif olana yönelen kendi de performatif bir çaba gerektirdiğini söylemek mümkün.