Skip to content

Tek Kişilik Çok Sesli Bir Söylev

Ayşe Orhon

Tarih 04 Ekim, Beyoğlu’ndaki garajistanbul sahnesindeyiz. Saat 20:15. Anna Mendelssohn’un yönetip icra ettiği Cry Me a River başlamak üzere.Anna Mendelssohn bizi konuşma yapacağı beyaz masada sıcak bakışlarla karşılıyor. Bu beyaz masa aysbergin adeta görünen yüzü; soğuk, enlemesine sahneyi kaplayan, konuşmaya bir nevi ‘ufuk’ açacak genişlikte fakat diğer konuşmacılarının belki de terkettiği bir masa; türlü tartışmalar, ikna yöntemleri, ısrarlar, müzakereler, umutlar, anlaşmalar ve kavgalarla dolu türlü vesilelerle sunum yapan konuşmacılardan sadece teki kalmış: Anna Mendelssohn, hem kendisinin, hem biz izleyicilerin, hem orada olmayanların, hem orada olan ve olmayan türlü söylevin temsilcisi olacak, onların bir bedeni haline gelecek. Şimdi karşımızda bize gülümsüyor, yerlerimizi almamızı bekliyor.

Diğer potansiyel konuşmacılar sahne arkasından çıkagelip her an yerlerini alabilir, bardaklarında kalan sularını, kahvelerini yudumlayarak sözlerine devam edebilir gözüküyorlar. Fakat masanın tam ortasında duran tek mikrofon öyle demiyor: çok  yakında bu salonda bulunan ve bulunmayanların hayaletleri Mendelssohn’da bedenleşecek. Mekanda Mendelssohn’dan başka, oyun boyunca oyunun duygudurumuna eşlik edecek olan ve günbatımına doğru gelişen bir ışık düzeni, bir de Mendelssohn’un tek kişilik çok sesli tartışmasına ara ara ‘fon müziği’ olacak parçalar ve ara ara zamanı hatırlatacak bir de sessizlik mevcut.

Konumuz ‘umut’, konumuz ‘iklim felaketleri’, konumuz ‘kaos’, konumuz ‘yavaşlama’, konumuz ‘enerji’, konumuz ‘beklenmedik’, hayır ‘sürdürülebilirlik’, evet konumuz ‘değişim’, konumuz ‘zaman’, değil ‘batıda’, konumuz ‘karmaşıklık’, kesinlikle ‘kriz’, konumuz ‘özür’, yok konumuz ‘şükran’, konumuz ‘eylem’, evet konumuz ‘şimdi’, konumuz ‘aşk’, konumuz ‘acıyı hissedebilmek’…

Bu çoksesli monologda hayaletler kol geziyor. Bu hayaletlerin hepimize nasıl musallat olduğunu hatırlıyoruz oyunu izlerken. Plastik, petrol ve cesetle dolup taşan okyanusların daha da yükseldiğini hatırlıyoruz. Gezengen boyutunda bir meselenin ne kadar da kendi doğamızla örtüştüğünü şaşkınlıkla izliyoruz. Göz yaşları sel olup, bir nehir olup akıyor, bize doğru; içinden dışına doğru eriyor Mendelssohn, göz yaşartan kremlerle yapay yollardan da olsa, kupkuru dünyalar karşısında eriyen buzullar oluyor.

Söylevin gerçek bir felaketle sonlanmasından önce kendine ve bize soruyor: Nasıl çıkarız bu krizden? 392 391 390 389 388 387 386 385 384 383 382 381 380 379 378 377 376 …

No comments yet

Leave a comment