Skip to content

Posts from the ‘Inceleme / Review’ Category

ÇOK’u Yanlış Anlama

Ekin Tokel

iDANS kapsamında 8 ve 9 Ekim 2011 tarihlerinde garajistanbul’da gösterilen; yapım, yönetim ve performansını Ayşe Orhon’un üstlendiği ÇOK, broşüründe çeşitli alanlardan İstanbullu çağdaş sanatçıların icracının bedeninde temsil edilmesine dair bir deneme olarak tanıtılıyor. Bu ön bilgi, sahnedeki bedenin olasılıklarını ve sınırlarını zorlayan bir çeşitliliğe, bu tekil ortamın –bedenin- çoğul imkânlarına dair bir “beklenti”yi de salona alıyor seyircilerle beraber.

Read more

Ayşe Orhon’dan Tek Kişilik Bir ÇOK

Bilge Serdar

Dansçı, koreograf ve aynı zamanda bir eğitmen olan Ayşe Orhon, 8 ve 9 Ekim tarihlerinde iDANS kapsamında Çok adlı gösteriyle seyircisiyle buluştu. “Bir beden kaç farklı bedeni kendi üzerinde taşıyabilir?” sorusundan yola çıkarak hazırlanan performans İstanbul’da farklı alanlarda çalışan dansçı, koreograf ve görsel sanatçıların yaratım sürecine katılımlarıyla oluşturulmuş. Ayşe Orhon performansta bir anlatıcı olarak görev alıyor ve bize performans esnasında yaratım sürecini aktarıyor.  Ancak bu aktarım sözel bir anlatı niteliğini taşımıyor. Orhon,  birlikte çalıştığı sanatçılarla paylaşımlarını ve her bir sanatçıdan aldığı enerjiyi,  bedeni yoluyla bize aktarıyor. Read more

Ben boş değilim boş da kimsenin değil!

Talin Büyükkürkciyan

William Kentridge’in  “Ben ben değilim, at benim değil” gösterisi 6 Ekim tarihinde iDANS Festivali’nde garajistanbul’da sergilendi. Gogol’ün burun örneğinden yola çıkarak gösteri ortaya çıkarma çabasının anlatıldığı temsilde kullanılan dualite hayranlık uyandırıcıydı. Kentridge gösterisine Rus yazar Nikolai Gogol’un 1837’de yazdığı Burun hikayesini Dimitri Shostakovich’in 1928’de bir operaya çevirdiği bilgisini vererek başlar. Hikayenin de operanın da yüksek okulların defterlerine bakan bir muhasebeci olan Kovalyov’un bir sabah uyanıp burnunun olmadığını farketmesiyle başladığını söyler. Bu hikayeyi çeşitlendirerek, daldan dala atlayarak fakat konu bütünlüğünü koruyarak anlatmaya devam ederken arka fonda kendisinin videodaki görüntüsü bir duvarın önünde durmuş bize bakmaktadır. Duvardaki imge ve sahnedeki kendisi arasında görsel ve sözsel bir iletişim kuran Kentridge bir saat boyunca sadece konuşarak ve merdivenleri inip çıkarak başarılı bir gösteri ortaya koyar. Hikayenin ve sunuşun içeriğiyle oynar. Ona göre önce bu hikayeyi Gogol yazmıştır sonra benzer bir hikayeyi Cervantesin yazdığını söyler. Bir süre sonra burun hikayesini ilk defa Cervantes’in yazdığını iddia edecektir.

Gogol’ün “mirabile dictu” burun örneğini vererek bölünmüş bir kişiliği anlatırken, aynı zamanda kendi gösterisini hazırlarken yaşadığı bölünmüşlüğü de anlatan Kentridge çok yönlü bir sanatçı olduğunu gösteride animasyon sineması örneği kullanarak da gözler önüne seriyor. Feslsefi bir sunuş metni hazırlayan Kentrige kendi yapımı olan fotoğraf, video ve animasyon sinemasını kendi kendisini yönettiği gösterisiyle harmanlıyor. İlüstrasyonları ve videoda gördüğümüz kendisi bazen konuşmasına eleştiri oluştururken bazen de metni destekliyor. Videodaki ikinci ve üçüncü görüntüsü sahnede yaptığı hareketleri benzer şekillerde yaparlarken bazen bir hareket veya bir oyun videodaki ikinci kendisinden üçüncü kendisine geçiyor. Sözlerinde bölünmüş iki ruh tanımlamasını yapıp örneğini verirken, sözlerle söylemediğini videoda bir üçüncü hatta dördüncü kişi oluşturarak gösteriyor.

Gogol’den Cervantes’e oradan Hawken Slawkenbergius ve 1787 Trishdam Shandy’nin burnunu kaybeden adam hikayesine geçerken bir yandan hikayeyi anlatıp bir süre sonra da “Ben sanatçıyım. İşim anlam yaratmak değil sanat yapmak” diyerek gösteriyi kendi içinde de açıkça tanımlıyor. Bedenin farklı temsiliyet biçimlerine varoluşçu fakat aynı zamanda sorgulayıcı bir bakışla yaklaşırken, gösterinin ikinci yarısındaki Rus komünistlerin birbirlerini kabul etmeyen saçma konuşmalarını birebir aktararak dünyanın trajikomik halini ortaya koyan Kentridge, deyim yerindeyse sözü ezip, suyunu çıkarıp bırakarak bir saat içinde neredeyse söylenmedik söz bırakmamaktadır.

Sessizliğin tadı…

Ekin Tokel

Portekizli tiyatro topluluğu Mundo Perfeito’nun If a window would open oyunu hayali olduğu kadar hayret uyandıracak derecede de tanıdık haber bülteni görüntüleriyle açılıyor. Oyun, bu geniş ekranın önündeki sandalyelere oturmuş dört oyuncunun seslendirmeleriyle, bu vakayı beklenmedik bir deneyime çeviriyor.

Sıradan haber görüntülerinin, uyumsuz seslendirmelerle şekillendirilmesi anlam üretimini sese yüklerken, oyunun dağarcığında ses ve dilin koşut kullanımı belirginleşiyor. 2039 tarihli haber bülteni felaketlerle ve kaotik gelişmelerle dolu distopik bir panoromayı, gelişmelerin dilde yarattığı etkiye sarmalayarak sunuyor.  Bir yandan seller, kasırgalar, geri geri giden arabalar, havaalanlarını basan hedefsiz yolcularla sistem kaosa sürüklenirken, dil de bazı sözcüklerin anlamının değişmesi, aforoz edilmesi süreçlerinde çözülmeye başlıyor. Bireylerin ses senkronunu yitirmesiyle ilerleyen salgın, dilin bireylerin öz ifadelerini kurmadaki yetersizliğine işaret ediyor. Politikacıların “Bilmiyorum” beyanatlarıyla yükselen kriz, yeni bir dil üretme atılımlarıyla bastırılmaya çalışılsa da, giderek yayılan sessizlik salgının önüne geçilemiyor. Oyuncuların çocukluk ve gençlik dönemlerinden aktardıkları seslerine dair hikayelerle, sesin bireyin toplumsallaşma sürecindeki etkin konumunun altı çizilirken, sessizlik de toplumsal ve dilsel düzene karşı bir direniş olarak belirlenmiş oluyor. Read more

Eskiyeni’nin Eski ve Yeni İzleyicisi

Bilge Serdar

Taldans’ın  iDANS kapsamında 1 Ekim’de ilk kez sahnelediği Eskiyeni adlı gösteri grubun geçmiş yıllardaki İçbükey, Transform Action ve Uyumlama adlı üç performansından yola çıkarak hazırlanmış aslında eski bir yeni. Performans Mustafa Kaplan ve Filiz Sızanlı’nın  kendi geçmişlerini   – kendi deyimleriyle-  yeniden ziyaret etme, yeniden canlandırma ve yeniden yorumlama çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış.  Aslında bir topluluğun kendi tarihine  değişen bedenlerin eskiyi yeniden deneyimlemesi yoluyla bakışı sadece dansçılar açısından değil aynı zamanda izleyiciler açısından da keyifli bir yolculuğun kapısını açabilecek, heyecan verici bir fikir. Çünkü böylesi bir fikirle yola çıkarak  yaratılmış bir performans  hem eski‘nin değişimine tanıklık etme hem de  yeni’nin üreteceği yeni anlamları yakamalama fırsatı verebilir izleyiciye.  Ancak Taldans Eskiyeni’de bu fırsatların bir kısmını ıskalamış görünüyor. En azından bir kısım seyirci için. Read more

Cheap Lecture and the Cow Piece

Rümeysa Kiger

Even though Jonathan Burrows and Matteo Fargion confess from the very beginning of “Cheap Lecture” that they don’t know what they are doing, and that whatever they are doing is stolen from John Cage’s writing style in “Lecture on Nothing,” they beautifully direct the audience from obscurity to illumination, not just by spoken word but also with their relaxed approach.

Two performers stand in front of microphones and read a text rhythmically and let the pages fall to the ground one by one, while some parts of the text also appear on a white screen in the background. When the calm and warm attitude of the performers meets with their sometimes deeply philosophical and other times absurd movements and suggestions, the viewer has to choose between either trying to catch every element that could possibly be important or relaxing and letting the show flow. Read more

Anne Teresa De Keersmaeker – Rosas

Meral Harmancı Turunçoğlu

Anne Teresa De Keersmaeker’in Amerikalı minimalist müzisyen Steve Reich’in Fase adlı dört kompozisyonu üzerine şekillendirdiği  dans performansının bütünü itibari ile ilham verici olduğunu söylemek gerekmektedir. Öncelikle performansın bütününde seçilen hareketlerin temelde gündelik yaşamdan seçilmiş olması önemlidir. Performansın bütününde hem hareketlerdeki miminimalist tutum, hem de dansçıların mimiksiz yüzleri; izleyicinin performansı duygularıyla değil, aklıyla takip etmesini sağlıyor. Bu durum ise izleyenin fazlasıyla dışarıda kalmasını beraberinde getiren ve zaman zaman izleyicinin sahnede olup bitenden uzaklaşmasına sebep olan bir probleme dönüşebilecekken; seçilen hareketlerin abartıdan uzak ve gündeliğe yakın bir yorumla icra edilmesi ise bu problemin önüne geçmektedir. Hareketler abartıdan uzak olduğu için gündelik yaşamla uyumu bir görünüme kavuşmakta böylece de izleyiciye daha tanıdık gelen bir süreç gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle izleyici performansı aklıyla takip etse de, çok da yabancılık çekmemektedir. Read more