Skip to content

Gizli Aşıklarımız: Ekskavatörler!

Nesli Kayalı

20-21 Ekim tarihlerinde Beşiktaş Barbaros Meydanı’nda alışılmışın dışında bir performans izledik. Hatta alışılmışın dışında bir “aşk”a tanık olduğumuzu söylesek yeridir. 6.iDANS sayesinde görebildiğimiz Dominique Boivin’in 600 küsür kere yaşattığı bir aşk bu! 35 yılık kariyerinde “dans ve genel olarak sanat dolayısıyla karmaşık olan yanı ile daha kaba ve basit olan öteki yanını bir araya getirmeye çalışan” sanatçının*, bu sıradışı ilişki ile bize açtığı yeni bir pencereden bakabildik dünyaya.. Tabi ki her ilişki özeldir ama tanıklığımızı bu kadar özel kılan, bu aşkın bir insan ile bir makina arasında geçiyor olması. Üstelik makina herhangi bir makina da değil: bir ekskavatör!

Devam etmeden önce yine 6.iDANS kapsamında izlediğimiz, ilk bakışta benzer gibi görünen fakat icra edilme biçimleriyle tamamen birbirinden ayrışan diğer bir performanstan bahsetmek istiyorum: Koreli Dansçı Geumhyun Jeong’un “Hidrolik Vibratör” adlı performansı. Hermafrodit olmaya karar veren genç bir kadının sıradışı aşklarını; önce kendisini iki cinsiyete ayırıp deneyimlediği fakat zamanla sıradanlaşan ve ona yetmeyen “mekanik” ilişkide, sonra tesadüfen bir yıkım esnasında gördüğü ekskavatörden etkilenmesiyle alevlenen yeni bir biçimde görmüştük. O biricik ekskavatöre (!) ulaşmak için harcadığı çaba ve en nihayetinde ona ulaştığı anda önce kendini ona sunmaya hazırlanan, sonra gövdesini kumdan bir kadına teslim edip içine girip yönettiği ekskavatör ile birlikte o kadına “değerek” sunduğu hazzı, videolardan ve fotoğraflardan izlemiştik. Aslında, Ceren Can Aydın’nın incelemesinde** tanımladığı gibi “kelimenin tam anlamıyla metinler ve/ya da disiplinlerarası bir okumanın nesnesi olan bu iş”, sanatçının otoportresiydi. Kariyeri boyunca ürettiği işlerin, bir aşk hikayesi bağlamında yeniden kurgulanması ile izlediğimiz kişisel bir süreç. İç içe girmiş, üst üste binmiş, açık olduğu kadar karmaşık bir performans..

6.iDANS festival programının bize sunduğu ekstra zenginliklerden biri olan bu fırsatı değerlendirmenin tadını çıkararak, Boivin’in ekskavatör ile  olan koreografik aşkının Jeong’un arzu nesnesine dönüşen ekskavatörü ile ilişkisini kısacık kıyaslayabilirim. İnsan bedeninin hareket biçimlerine öykünen temel eklem mekanizmasını, tek bir uzuv üzerinden anıştırmayı becerebilen bir makinanın insansılaşma öyküsünde ortaklaşsalar da, her iki performansın icrasında aynılaşan ve farklılaşan durumlar heyecan verici. Aynılaşmalarının sadece bir insan ile bir makinanın ilişkiye girmesinde sınırlandığı, farklılaşmalarının ise bu ilişkinin biçimiyle üretilen sınırsız anlamlar silsilesinde vuku bulduğu bir durum bu (Fazla uzatmadan her iki performansı izlemiş olanları bu karşılaştırmayla başbaşa bırakmayı, izlememiş olanların da canını sıkmamayı tercih ediyorum!).

Önce ne izlediğimizden bahsedelim. Bir adam ve bir ekskavatör. Ekskavatör,  görünmeyen operatörü yüzünden kullanılan bir nesneden çok kendi iradesiyle hareket edebilen bir varlık gibi. Maria Callas’ın seslendirdiği klasik bir parça eşliğinde ekskavatör ve adam bedenleriyle konuşmaya başlıyorlar. Kah birbirlerine dokunuyorlar, kah birbirlerinden kaçıyorlar, kah bir oluyorlar, kah kavga ediyorlar! Opera sesinin yarattığı, her şeyin gerçekleşebileceği büyülü bir dünyanın içinde sözsüz bir dram izliyoruz. Makinenin insansılaşmasına yüklediğiniz anlam kadar insanın da makineleşmesinin anlamına kayan zihniniz bir yandan imkansızın içinde devinen beden-beden ile makine-beden arasına sıkışıveriyor. .

İtiraf etmeliyim ki izlemeden önce okuduğum, videodan bir kısmını gördüğüm performansın neden dans ederek yorumlandığı üzerine sorularım vardı. İzlerken farkettim ki ekskavatörün fiziksel üstünlüğüne denk gelen, insan bedeninin yapabilirliğinin sınırlarını zorlayan ve göreceli bir zaman dilimini (tanışma-sevişme-reddetme-vazgeçme-terketme-bırakamama) temsil eden anlatım biçimi olarak dans ve opera sesi,  gözle görülür bir şiir yaratıyor (bkz. TDK; Şiir: Düş gücüne, hayale, imgeye, gönüle seslenen, duygu, coşku uyandıran, etkileyen şey) ve yarattığı dünyada o devasa cüssesiyle ekskavatör, kırılgan/buyurgan/arzulayan/koruyan bir kadına dönüşüyor. Philippe Priasso’nun makinenin karşısında ezilmeyen bedeni, Eric Lamy’nin makinenin ruhu olan elleri tüm bunların gerçekleşmesini sağlıyor. Hatta kentsel dönüşüm, soyluşatırma, yenileme, çağdaşlatırma, yaşam tarzı (artık siz seçin!) kisvesi altında olup biten inşai faaliyetlerin ve dolayısıyla gündelik hayatımızın parçası olan ekskavatörleri görme biçimimi değiştirdiğini bile söyleyebilirim! En azından, sihirli bir değneğin dokunuşu ile “yaşamaya” başlasalardı, alet oldukları oyuna karşı çıkabileceklerini hayal ederek gülümseyebildim..

* https://idansblog.org/2012/10/20/istisnai-koreograf-dominique-boivin-ile-soylesi/

** https://idansblog.org/2012/10/06/hidrolik-vibrator-ya-da-bilincaltidisi-yansimalari-2/#more-2550

No comments yet

Leave a comment